Sıkışmışlık

Siyâset ve ekonomi arasındaki ilişkiler hakîkaten düşündürücü. Marx'ın, siyâseti ekonominin karşısında önemsizleştiren basitlemesiyle bu karmaşık bağlar anlaşılamaz. Siyâset karşımıza iki sûretli olarak çıkıyor. İlki kurumsal ,yâni devlet; ikincisi ise ulusal ve toplumsalsınıfsal boyutlar. Her ikisi de sermâyenin birikim sürecinde son derecede işlevsel bir rol oynuyor. Devlet akılcı ve ihâtalı bürokratik yapısıyla; ulus toplum ise bir üretim ve tüketim sâhası olarak kapitalizmin birikimsel ihtiyaçlarıyla son derecede uyumlu seyrediyor. Elbette arada yaşanan sorunlar yok değil. Bunlar, devlet-sermâye ilişkileri açısından mâlî vergi odaklı olarak mâlî (fiscal); ulusaltoplumsal yapılarla-sermâye ilişkisi açısından ise bölüşümsel mâhiyettedir. Ama bu sorunlar, Marx'ın öngörmüş olduğunun aksine uzlaşmaz (contradictory) değil; çetin de olsa nihayetinde uzlaşır (pradoxal) çelişkilerdir. Pratik de bunu ıspat etmiştir. Birikim süreçleri hayli rekâbetçi ve kırılgandır. Dolayısıyla içe kapanma ve korumacılık gerektirir. Devlet ve ulus yapılanmaların tam da bu ihtiyâcı karşılamak adına son derecede işlevsel bir vazife görmüş olduğunu söyleyebiliriz. Kısaca Merkantilizm, Kolbertizm, Aydın despotizmi, Kameralizm sıfatlarıyla anılan içe kapalı kapitalist birikim ve rekâbet süreçleri devlet-sermâye bağını kesinleştiren pratikler olarak bilinir. Burada esas olan biriken zenginliğin bölüşümcü bir sapma göstermeksizin içeride korunması ve arttırılmasıdır. Başta askerî yapılar ve onunla uyuşumlu ideolojik yapılar olmak üzere ulusal pekiştirim(consolidation) süreçleri de tam bu eksene oturur. Mesele sermâyenin, birikim yanında genişleme ve yayılma (expansion of capital) süreçleriyle alâkalı görünüyor. Kapitalizmin derin çelişkilerinden birisi de budur. Birikim onun görece durağan (statik); diğeri ise hareketli (dinamik) taraflarını ortaya koyar. Bu zarûret kaçınılmaz olarak paylaşım savaşlarını ve kazananın hegemonyası üzerinden, eşitsiz bir dünyâ işbölümünü doğurmuştur. Devlet ve ulus yapıları, genişleme sürecinde aynı korumacı refleksleri gösterecek; buna mukâbil sermâye kendi aklının gereklerini tâkip edecektir. Soru şudur: Devletler ve uluslar açısından, nihâî tahlilde tutarlı olan birikim sürecinde sağlanan kontrol ilişkileri aktarımsız işlerken, genişleme ve yayılma süreçleri kaçınılmaz olarak aktarım ihtiva ettiği için devâm ettirilebilecek midir Sermâyenin elden çıkması, uçarı bir şekilde başka bir yere gidip orada konuşlanması; farklı bir birikim ve genişleme stratejisi kazanması engellenebilecek midir II.Umûmî Harp sonrasında kurulan ABD hegemonyası, sermâye genişlemesi açısından bir kaç mühim adım attı. Bunlardan ilki ABD'deki birikimin Avrupa'ya aktarılmasıydı. ABD bunun kontrolünü Eurodolar üzerinden sağladı. İkinci açılım, harbin sonunda Japonya; 1980'lerden sonra Güney Kore, nihâyet 1990'lar itibârıyla Çin üzerinden oldu. Hem Avrupa, hem de Pasifik açılımı ABD'nin dünyâdaki artık değerleri emen bir çevrime karşılık gelmekteydi. 1945-1980 arasında bu çevrimin, ABD'nin askerî-finansal hegemonik kontrolü altında hayli iyi işlediğini söyleyebiliriz. Dünyâ ticâretindeki en büyük hacimler ABD-Avrupa ve ABD-Japonya arasında meydana geliyordu.1980'ler bu aktörlerin ağır yorgunluğu ve ağır verimlilik kayıplarıyla seyretmeye başladı. Sermâyenin merkez kaybı veyâ merkezkaç bir eğilim kazanmasıydı bu. En başta kaybeden ABD'ydi. Sermâyenin genişlemesi ve yayılması, en başta kendi aralarındaki ilişkileri bozdu. ABD, Alman makinekimya ve bilhassa otomotiv sâhalarında ABD'ye galebe çalmaya başladı. Benzer olarak Japonya ve Güney Kore elektronik sâhasında ABD'yi zora sokmaya başladı. (ABD'nin, iç pazarını ele geçiren Alman otomobillerine karşı uyguladığı baskıları hatırlayalım). Ama daha beter gelişmenin Çin'den geldiğini biliyoruz. Emek yoğunluklu bir sanâyileşmeden, sermâye ve teknoloji yoğunluklu bir üretime geçen Çin, II.Umûmî Harp sonrasında kurulan dünyâ işbölümünü alt üst etti. Marx, çok doğru olarak üretici güçlerin yükselişinin engellenemeyeceğini yazıyordu. Bu yükseliş yeni bir üretim, mübâdele ve tüketim tarzı doğuracaktır. Çin'in, bilhassa chip meselesini biraz daha geliştirirse bu sürecin dümenine geçeceği artık âşikâr. Bugün ABD ve genel olarak Batı, Rusya ile berâber Çin'i