Mahallî seçimler

Türkiye, Mart ayının sonunda yapılacak olan mahallî seçimlere yaklaşıyor. Belediye başkan adayları büyük ölçüde belli oldu. Partiler arasındaki görüşmeler ve pazarlıklar hemen hemen tamamlandı. Manzaraya uzaktan bakıldığında ilk görülen, Cumhûr İttifakının ana gövdesiyle devâm ettiği, Millet İttifakının yerinde ise yeller estiği ... Bu da, Millet İtitfâkının merkez partisi durumunda olan CHP'nin cepte bildiği ve bir evvelki seçimde kazanmış olduğu İstanbul, İzmir, Eskişehir ve Antalya gibi bâzı kritik yerlerde eskisi kadar rahat olamayacağını düşündürüyor.Ben de pek çok insan gibi bu seçimin, elbette nihâi tahlilde hepsi mühimdir ama, daha özgül olarak İstanbul, Ankara ve İzmir üzerinden üç büyük ilde düğümlendiğini düşünüyorum. Hattâ pertavsızı biraz daha yakın tutarsak İstanbul'u ayrıca odağa alabiliriz. İP ve DEM'in kendi adaylarını açıklamaları, seçime kendi başlarına gireceklerini ilân etmeleri CHP ve adayını zora sokuyor. Nasip olursa izleyip neticeleri göreceğiz.Mahallî seçimlerin muhtemel neticeleri üzerinde bir tahminde bulunacak, bir seçim toto yazısı yazacak değilim. Benim dikkâtimi daha çok çeken husus, genel ve mahallî seçim arasında, partilerin yatırımları ve seçmen davranışlarını belirleyen kültürel savrulmalarla alâkalı.Kurumsallaşmış siyâsal yapılarda bu iki seçimin mantığı ve aklı birebir örtüşmez. Mâlûm, genel seçimlerde makro ve daha soyut; mahallî seçimlere ise ona göre daha mikro ve somut hesaplar belirleyici olur. Bu farklılaşmanın sıhhatli bir niteliği olduğunu söyleyebiliriz. Meselâ bir seçmen genel seçimlerde A partisine oy verirken, mahallî seçimlerde ise B partisine oy verebilir. Daha sarih ifâde edecek olursam, genel seçimlerde oy verme davranışını görece daha gayrı şahsî beklentiler; mahallî seçimlerde ise yine görece şahsî beklentiler şekillendirebilir.Modern demokrasiler sanayi kapitalizminin fonksiyonudur. Sanayi kapitalizmini niteleyecek ana ilke merkezîleşmedir. Sanayi kompleksleri, bürokrasiler, kurumsallaşmış kültür, eğitim vb unsurlar işbu merkezîleşme ve standartlaşma dinamiklerini ortaya koyar. Bu da büyük ölçüde mahallî olan unsurların görece ihmâlini ifâde eder. Sanayi toplumunun merkezî yapısı her zaman için, mahallî gereklilikler karşısında kamusal öncelikleri yükseltir. Yâni ister istemez ortaya bir dengesizlik çıkar. Bu dengesizlikler zaman içinde artmış ve kamusal önceliklerin devamlılığını tehdit eder hâllere de gelebilmiştir. Bir üretim ve tüketim birimi olarak ulusların şekilleniş süreçleri burada tâyin edici bir rol oynar. Meselâ merkeziyetçiliğin çok baskın olduğu bir ulusallaşma tecrübesi yaşayan Fransa ile yerel yapıların çok güçlü olduğu Almanya veyâ ABD'de manzara aynı değildir.. Her ikisinin alanları özerk bir mâhiyette dengeye gelebilir. İlk modelde merkezî-mahallî gerilimi daha sert yaşanırken ikinci modelde gerilimler daha nâdir ortaya çıkar; daha düşük dozda yaşanır ve daha kolay çözümlenebilir.Gelin görün ki sanayi medeniyetinin 1970'lerde başlayan krizleri ve içine doğru çöküşe geçmesi merkezî-mahallî yapılar arasında şöyle veyâ böyle kurulmuş olan dengeleri peyderpey bozmuştur. Ulusal olarak târif edilen merkezî yapılar iki farklı dinamik karşısında çeşitli sarsıntılar yaşamaya başladı. İlk baskı uluslarüstü yapılara dayanan; hitech teknolojiyi esas alan ve bilhassa iletişim ve tüketim kültürünü besleyen küreselleşme dinamiklerinden geliyordu. Diğeri ise buna tam da zıt olan ve kültürel çeşitlilikleri mahallî dinamiklerden Bu ikisini diplomatik olarak bağdaştıran kavram ise küyerellikti. Tabiî ki bunun boşlukta bir kavramsallaştırma olduğunu ve küreselleşme ile mahallileşmenin uzlaştırılmasının son