Avrupa'nın ayarı nerede kaçtı

Yeni Şafak Süleyman Seyfi Öğün - Avrupa'nın ayarı nerede kaçtıModern coğrafya bilimi insanlığın bilgi dağarcığına çok şey katmıştır. Buna hiç şüphe yok. Medyûn-u şükrânız. Lâkin coğrafya bilgilerinin şekillenişi, aynı zamanda yeni bir coğrafî bilinç oluşturmaktan da geri kalmamıştır. Sorunlu olan da budur. AçalımModern bilimlerin nesnellik üzerine kurulduklarını biliyoruz. Bu, bir bakıma, bilimin ele aldığı her olguyu nesne mertebesinde görmesini zarûrî kılan bir bakıştır. Mesele tek başına tabiat veyâ daha genel mânâda eşya âlemi olduğunda bir sorun yoktur. Sorun, gayrı maddî dünyâların aynı işlemin konusu hâline getirilmesinde başlıyor. İsterseniz bir misâl üzerinden gidelim: Yağmurun nasıl yağdığını modern bilim bize açıklıyor. Bu bilgiden kim rahatsız olabilir ki Tam tersine, yağmur veyâ diğer hava olayları hakkında bilimsel bilgi sâhibi olmak, pratik düzlemde insanlığa büyük bir fayda sağlar. Burada kaybeden ve yeni bilgiden rahatsız olanlar, yağmuru yağmur tanrısının kaprisleriyle açıklayan pagan ruhbanlar veyâ belki şâirler olabilir. Bu rahatsızlığa bakılıp geçilebilir.Bilimsel bilgilerin dünyânın büyüsünü çözen bir tesiri olduğunu pekalâ biliyoruz. Burada iki şeyi ayırmak gerektiğini düşünüyorum. Büyü kaybı ve mânâ kaybı. Her büyü, dünyâyı bir şekilde mânâlandırmadır aslında. Cehâlet, büyük ölçüde, maddî varlıkları kuşatan büyülerde ısrarlı olmaktır. Gelin görün ki, varlık dünyâsı, kolaylıkla maddî -maddî olmayan ayırımını kaldırmıyor. Maddî temeldeki her açıklama, maddî olmayan tekmil açıklama tarzlarını geriletiyor ve boşa çıkarıyor. Bir raddeden sonra bu, kaçınılmaz olarak bir mânâ kaybına, varlık karşısında büyüyen bir yabancılaşmaya yol açıyor. Yâni diyalektik işliyor. Bilgilerimizle yabancılaşmayı aşmak niyetiyle yola koyulmuş, belli bir mesâfe kat etmişken, savrulup bilgilerimizle daha fazla yabancılaştığımız bir âleme sürüklenebiliyoruz.Sorunların başa gelinmez noktaya geldiği evre, tabiat bilimlerinde uyguladığımız metodları beşerî meselelere yansıtmak hırsımızdır. Nesnel metodlarla insanı veyâ insanla alâkalı sırları aydınlatacağız derken insandan biraz daha yabancılaştığımız bir noktaya sürükleniyoruz. Coğrafya bu sorunları berrak bir şekilde tâkip edebileceğimiz bir kesişim alanı. Mekânla olan ilişkilerimizde bunu çok berrak bir şekilde görebiliyoruz. Aklıma ilk düşen kavramlardan birisi şu mâhut Yakındoğu, Ortadoğu ve Uzakdoğu gibi kavramlardır. Coğrafyanın modern mânâda bilimselleşmesinin mahsûlleridir bunlardır. Coğrafî mekânların tesbitinde kullanılan ve yön bildirimleri sağlayan kelimelerin isimlendirmede kullanılması, bu mekânların, zengin çeşitlilikler ve derinlikler taşıyan, mânâ yüklü târihsel birikimlerinin zımparalanmasını ifâde ediyor. Keşke bununla da sınırlı kalsa.. Bu nesnel coğrafî ayırımlar, aynı zamanda son derecede sakat bir yeni mânâlan-dırmanın kapılarını açıyor. Târihsel tecrübelerin konusu olan mâna örüntülerinin dışında, tamâmen fantastik, gerçeküstü bir mânâlandırma bu. Geri kalmışlığı, uygarlık yoksunluğunu ifâde ediyor ve içinde derece derece önyargıların yüzdüğü, yargılayıcı bir zihin kabûlüne karşılık geliyor.Benzer bir kavramsal savrulmanın sosyolojide de yaşandığını düşünüyorum. Tıpkı Ortadoğu gibi, orta sınıflar kavramlaştırması da yüklü bir târihsel birikimin zımparalanmasına, içinin boşaltılmasına işâret ediyor. Ama bir farklılık var. Dünyâyı jeokültürel olarak Batı ve Doğu olarak taksim ederken, bir öz tahkimât ve dışlama yapıyorlardı. (Hoş bu ayırımı son demografik gelişmeler boşa çıkarmadı değil). Ama orta sınıf kavramlaştırması dramatik bir şekilde seyrediyor ve bu kavramlaştırmayı