Helâlleşmede dinî cemaatler ve sivil toplum, öncü rolü üstlenmeli

Bundan önceki yazılarda belirttiğimiz üzere, helâlleşmenin ülkemizin iç barışına, milli birliğine-beraberliğine ve yardımlaşmayı kolaylaştırmasına sağlayacağı katkıyı düşünerek bu mevzuya önem veriyoruz.Bu çerçevede toplumumuzda hangi kesimlere daha çok vazife düştüğünü düşündüğümüzde; cemiyetin kalbini, vicdanını ve âsâbını teşkil eden hücreler mesabesindeki sivil toplum hatıra geliyor. Hürriyetçi ve meşverete dayalı cemiyetlerin faziletli medeniyeti meydana getirdiğine, insanlığın tarihi şahittir. Bir topluma nifak hastalığı bulaştırılmış ve o toplumun fertleri kendi aralarında parçalara bölünmüşlerse; tedavi ve toparlanma da o parçacıklarda çekirdekler halinde yaşayan sivil toplum yapılanmalarıyla olur. 'Sivil toplum' dediğimizde, dinî ve milli yapıları da çerçeveye dâhil ediyoruz. Buradaki küçük ayrıntıyı da nazardan kaçırmamamız gerekiyor. Türkiye'mizdeki sivil toplum örgütlerinin hem avantajları ve hem de farklı sorumlulukları var. Zira ellerinde Müslümanları "din kardeşliği" ortak paydasında ve diğerlerini de "İNSANİYET" paydasında bir araya getirebilmiş bir Kur'ân ve onun pratiğini bize ders veren Muallimü'l-Ekber peygamberimiz (asm) var. Dinî cemaatler bu sağlam temele dayanıyorlar. Bin senelik ortak tarihin, kültürün ve medeniyetin unsurları, İSLÂMİYET ve İNSANİYET hakikatlerinin ispatları değil mi Sosyal yapının bu sağlam çekirdeklerine; milli birliğimize ve beraberliğimize giden helâlleşme ve iç barış projesinde ne kadar ehemmiyet verirsek, güzel neticelere katkıları o kadar fazla olacaktır; düşüncesindeyiz. Yukarıdaki ifademize gelecek itirazları da biliyoruz. Dinî cemaatlerin kendi aralarındaki uhuvvetsizlikten, mensuplarına yeteri kadar sevgi, kardeşlik ve dayanışma telkin edememelerinden ve hatta Türkiye'mizin hoşumuza gitmeyen şu manzarada, tarafgirlikle vesile oldukları sorumluluklardan şikâyet edeceklerimiz olabilir. Fakat bütün olumsuzlukların kaynağının; İslâmiyet'i, onun pratiği olan Sünnet-i Seniyye'yi ve kökleri olan güzel tarihimizi kaynaklarıyla bilememekten ileri geldiğini de hatırlatmak zorundayız. Cehaletin İslâm toplumlarına henüz musallat olmadığı Maveraünnehir, Şam-ı Şerif, Endülüs ve fetih sırasındaki İstanbul medeniyetlerini incelediğimizde, bahsettiğimiz o bütün güzelliklerin temellerinde Müslüman dinî cemaatleri ve onların öncülük yaptıkları sivil toplum anlayışını göreceğiz. Şu noktayı da hatırlatalım: Demokrasi ile dinî cemaatler arasındaki ince ve önemli ölçüyü tutturan siyaset adamlarının başarılarını hatırlamamamız mümkün değildir. Yani din demokrasilerde ictimai bir hakikat olduğu kadar, dinî cemaatler de doğrunun parçalarıdırlar. Ancak antidemokratik düşünenler bu gerçekleri inkâr edebilirler. Semavi dinlere ve bilhassa İslâmiyet'e düşmanlıklarından dolayı dinî cemaatlere karşı çıkan siyasetçilerin Türkiye'mizde; hem 12 Eylül gibi dehşetli ihtilâllere, hem siyasal İslâmcılığa ve hem de ülkemize sermaye üzerinden müdahale