Benim kahramanım

"Belli belirsiz bir hışırtı duydum. Kerpiç odanınaçık morluğundayorganın altından baktım. Babam yatağının ucuna oturmuş giyiniyordu. Anamın ördüğü kalın yün kazağındakitozun toprak kokusunuduydum.Sonra kalktı, kapıya yürüdü, açtı.Bozkırın açık sarısına bulaşmışkırmızı rengi içeri doldu.Babam kemikli, geniş omuzlarını dalgalandırarak gitti.Kalktım, kapıya yürüdüm.Uzaklardaki dağların ardındaki kocaman güneşin ilk ışıkları bozkırın üzerindeyelle ürperen gelinciklergibiydi.Uzaklardan bir tarla kuşu neşeli ötüşüyle eşini çağırdı.Babamsonsuzluğa usul usul yayılanaydınlığın tam ortasındaydı.Bana arkası dönüktü. Bir iki adım sonra durdu. Bir süre öyle kaldı. Sonra çöktü.Köylünün toprağa çöküşlerindekederli bir şeylervardır. Bu kederi babamın iri vücudunun bu uçsuz bucaksız sonsuzlukta birden küçücük kaldığını görerek, dehşetle yeniden yaşadım.O gece yemekten sonra babam iri elleriyle sigarasını sardı.Ocakta yanantezeğin kokusu her yanımıza bulaşmıştı.Babam gaz lambasına uzanarak sigarasını yaktı. Her derin nefes çekişinde alev uzuyor,kısık gözlerinin yeşili aydınlanıyordu. Sıcağın yaktığı, soğuğun kavurduğu köylü yüzündeki derin, koyu kırışıklıklar onu daha sert gösteriyordu. Amabu sertlikte insanın içini acıtan bir hüzün vardı.Gaz lambasının olgun ışığıiki ablamın, annemin yüzündehalsizce titriyordu.'Bu sabah ağılın arkasındaki taşlı yere baktım' dedi babam.Ocaktaki tezek ateşi, samana bulaşınca birden parladı.Uzaklarda bir köpek havladı.Babamın kısık gözleri kerpiç duvarlardaoynaşanalevlerin gölgesindeydi.'Oraya buğday ekeceğiz' dedi. 'Yoksa bu kış aç kalacağız.'BOZKIRIN KOKUSU"Kuraklık, bozkırı kasıp kavurmuştu. Günlerce esen karayel önüne çıkan her şeyi yıkıp yok etmişti. Koyunlarımızın çoğu ölmüştü.Acıderin bir sessizlikoldu. Sonra köpek yeniden havladı.Ertesi sabah gün doğmadan kalkıp 'taşlı yerin' iri kayalarını kırmaya başladık. Günlerce uğraştık. Geceleri de ay ışığında çalışıyorduk.Korkutucu bir masalıyaşıyor gibiydim. Bu dört insan, iki ablam, anam, babam, başı sonu olmayanderin bir boşluğun içinde kaderleriyle savaşıyorlardı.Küçük ablam kanayan ellerine çaput sarmıştı.Kana kana içecek suyumuz da yoktu. Çoğu zaman soğan ekmek yediğimizden içimiz yanıyordu. Anam, babam bu arada geriye kalankoyunları yaşatmaya çalışıyorlardı. Suyun çoğu onlara veriliyordu.Günler sonra tarla baştan aşağı kırılmış taş oldu. Sıra toprak taşımaya gelmişti. Önce büyük ağılı, sonra yemlikleri kazdık. Çünkü başka toprağımız yoktu. Çıkanı küfelere doldurup sırtımızda taşımaya başladık.Yorgunluktan bitip tükenmiştik.İkide bir anam o merhametli sesiyle 'Ha gayret çocuklar, sonuna geldik' diye bize gayret veriyordu. Birkaç keregizliden gözyaşlarını sildiğinigördüm.Küçük ablamın yanında koşturuyor,zerdali çilli yüzününterini siliyordum.İşte o an,bozkır zerdali kokuyordu...BEREKETİ MERHAMETİNDEDİR"Babam bir garip olmuştu.O Anadolu inadıyla sertleşen yüzühep tarlaya dönük öyle yaşıyordu.