Tarihten Ders Almak! "Konu: Demografinin Önemi"

"İskenderun bölgesi için özel bir yönetim rejimi kurulacaktır. Bu bölgenin Türk soyundan gelen halkı, kültürlerinin gelişmesi için her türlü kolaylıktan yararlanacaktır. Türk dili orada resmi bir niteliğe sahip olacaktır." (20 Ekim 1921, Ankara Antlaşması, Madde 7) Türkiye'ye yönelik sığınmacı akını devam ediyor. Suriye'den, Irak'tan, hatta Afganistan'dan, Pakistan'dan yola çıkan işsiz güçsüz kitleler soluğu Türkiye'de alıyor. İktidarın planlı bir sığınmacı politikası ve herhangi bir uyum (entegrasyon) programı yok. Özellikle Hatay gibi kimi güney illerimizin bazı ilçelerinde Suriyeli sayısı kontrolsüz biçimde artmaya devam ediyor. Böyle giderse 20 yıl sonra Türkiye'nin bazı illerinde demografik yapının değişmesi kaçınılmaz görünüyor.Demografik yapının önemini kavramak için Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş sürecini iyi bilmek gerekiyor.Wilson İlkelerinden Sevr Antlaşması'na Demografiyüzyıldan itibaren emperyalizm, demografiyi kullanarak böl-parçala-yönet politikası uyguladı.Dünya Savaşı sonuna doğru, 8 Ocak 1918'de, Amerikan Başkanı W. Wilson'un yayınladığı 14 ilkeden biri de Türkiye ile ilgiliydi. Wilson, 12.ilkesinde şöyle diyordu: "Bugünkü Osmanlı İmparatorluğu'nda Türk kesimlerine güvenli bir egemenlik tanınmalı, Türk yönetimindeki öbür uluslara da her türlü kuşkudan uzak yaşam güvenliği ile özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır..." Wilson'un 12. ilkesi, aslında Türkiye'yi etnik ve demografik yapıya göre parçalamayı amaçlıyordu. Bu plan uygulandı. I. Dünya Savaşı sonunda, Wilson'un ifadesiyle, "Türk yönetimindeki öbür ulusları özgürlüklerine kavuşturmak" gerekçesiyle önce Anadolu ve Doğu Trakya işgal edildi, sonra Anadolu etnik ve demografik yapıya göre parçalanmak istendi. Bu çerçevede Batı Anadolu'da Rum nüfusa dayanarak İyonya Devleti, Doğu Anadolu'da Ermeni nüfusa dayanarak Ermeni Devleti, Güney Doğu Anadolu'da da Kürt nüfusa dayanarak Kürt Devleti kurulmak istendi.Wilson, Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'daki güncel nüfus yapıları konusunda araştırmalar yaptırdı. Örneğin, Anadolu'daki Ermeni varlığı hakkında bilgi toplamak amacıyla King-Crane Komisyonu ve General James Harbord Türkiye'ye gönderildi. Yapılan araştırmalar sonunda Anadolu'da Ermeni Devleti kurmaya uygun bir demografik yapı olmadığı görüldü. Buna karşın Wilson, 24 Mayıs 1920'de ABD Kongresi'nin Ermenistan Devleti'ni tanımasını istedi. ABD Senatosu, 1 Haziran 1920'de bu öneriyi reddetti. Ancak Wilson vazgeçmedi.10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması'na göre Osmanlı, Ermenistan'ı tanıyacak ve Türk-Ermeni sınırını, hakem sıfatıyla ABD Başkanı Wilson belirleyecekti. (Md. 88-93) (Ermenistan haritasını ABD BaşkanıWilsonçizdi.) Ayrıca İzmir, -Rum nüfusun fazla olduğu gerekçesiyle- Türklerden alınıp Yunanistan'a verilecekti. (Md. 68-83). İzmir'deki Türk nüfusu eritilip Balkan Savaşları sonrasında Batı Trakya'da yapıldığı gibi- İzmir ve çevresi Yunanlaştırılacaktı. Sevr'e göre "Kürtlerin sayıca üstün oldukları bölgelere" yerel özerklik tanınacaktı. (Md. 62). Sevr Antlaşması'nın yürürlüğe girmesinden 1 yıl sonra 62.maddede belirtilen bölgelerdeki Kürtler, "Bu bölgelerdeki nüfusun çoğunluğunun Türkiye'den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak" Milletler Cemiyeti Konseyine başvurularsa ve konsey de bu nüfusun bağımsızlığa yetenekli olduğunu görürse Türkiye bu bağımsızlığı tanıyacaktı. (Md. 64). Sevr'de ayrıca "soy, dil ve din azınlıkları" kavramıyla demografik yapı silah olarak kullanılıp Türkiye parçalanmak isteniyordu.Sevr Antlaşması'nı biraz yumuşatıp Türkiye'ye kabul ettirmeyi amaçlayan Londra Konferansı'nın 24 Şubat 1921 tarihli toplantısında da İzmir ve Doğu Trakya'nın nüfus istatistikleri konuşuldu. Yunanlar, İzmir ve Trakya'da Rum nüfusun Türk nüfustan fazla olduğunu ileri sürdüler. Hazırlanan öneriye göre Doğu Trakya ve İzmir'de nüfus durumunu incelemek üzere büyük devletler uluslararası bir komisyon kuracaktı. İngilizler; Kars, Gümrü ve Ardahan'ı da içine alan bir Ermeni Devleti'nin kurulmasını ve bu bölgelerden başka yerlere göç ettirilen Ermenilerin buralara geri getirilmesini istediler. Londra Konferansı'nın 26 Şubat 1921 tarihli toplantısında Lord Curzon, İtilaf Devletlerinin, bağımsız bir Ermenistan kurulması ve Kars, Ardahan, Gümrü'yü içermesi konusunda kararlı olduklarını söyledi. Bunun üzerine Bekir Sami Bey, "Kars'ta Türklerin ezici bir çoğunluğu var. Ardahan'da Ermenilerin oranı çok düşüktür" diyerek bunu reddetti. Curzon ise önerisini yineledi.Açıkça görüldüğü gibi Sevr Antlaşması'nda ve Londra Konferansı'nda Türkiye, tam da Wilson planına uygun olarak- etnik, demografik yapıya göre parçalanmak istendi. Ancak 19. yüzyılın sonlarından itibaren Anadolu'nun ve Doğu Trakya'nın demografisi oldukça değişmişti. I. Dünya Savaşı öncesinde Balkanların kaybedilmesiyle oradaki Türk nüfus Anadolu'ya ve Doğu Trakya'ya göç etmiş, buna karşın I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Anadolu'daki azınlık unsurlar da Anadolu dışına tehcir ettirilmiş veya göç etmişlerdi. Türklerin Anadolu'da ve Doğu Trakya'da çoğunluk oldukları bir ortamda demografik yapıya dayanarak Anadolu'yu parçalamak o kadar kolay değildi.Misak-ı Milli'den Lozan'a Demografi28 Ocak 1920'de kabul edilen Misak-ı Milli'de, Türkiye'nin sınırları belirlenirken demografik yapı esas alınıyordu. Misak-ı Milli'de, "Kars, Ardahan, Batum ve Batı Trakya için halk oylaması yapılacaktır" denilirken, buralarda yaşayan Türk nüfusa, yani buraların demografik yapısına güveniliyordu.1919-1922 arasında Kurtuluş Savaşı kazanıldı. Düşman, Anadolu'dan ve Doğu Trakya'dan sökülüp atıldı.1922 sonunda Lozan'da barış görüşmeleri başladı. Ancak İtilaf Devletleri Lozan'da da karşımıza yine demografi silahıyla çıktılar. Adalar, Musul ve Batı Trakya konusunda Türk tezlerini demografik gerekçelerle reddettiler. Lozan'da İsmet Paşa buraların yüzlerce yıllık Türk yurdu olduğunu, nüfus bakımından da Türklerin çoğunlukta olduğunu belirtip buraları isteyince İtilaf Devletleri, Ege Adalarında ve Batı Trakya'da Rumların, Musul'da ise Kürtlerin ve Arapların çoğunluk Türklerin azınlık olduğunu iddia ederek İsmet Paşa'ya karşı çıktılar. Hatta Lozan'da Lord Curzon ve Venizelos, Gökçeada ve Bozcaada nüfusunun neredeyse tamamının Rumlardan meydana geldiğini ileri sürerek Türkiye'nin yanı başındaki bu adaları da Türkiye'ye vermemek için direndiler.Kısacası Türkiye Lozan'da, Adalar, Batı Trakya ve Musul konularında demografi silahıyla vurulmak istendi. Lozan'da Adalar ve Batı Trakya kurtarılamadı. Musul sorunu ise Lozan sonrasına bırakıldı.24 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması imzalandı. Türkiye'yi etnik ve demografik yapı üzerinden parçalamak isteyen Sevr Antlaşması yırtılıp atıldı. Misak-ı Milli'nin en temel amacı olan "Türkiye'nin bölünmez bütünlüğü" Lozan'da herkese kabul ettirildi.Hatay'ın Anavatana Katılmasında Demografi1. Dünya Savaşı sonrasında Türk kuvvetlerinin elindeki İskenderun Sancağı'nı (Hatay'ı) 1918'de İngiltere işgal etti. Ancak paylaşım planı gereği İngiltere burayı Fransa'ya bıraktı. 25 Nisan 1920'de imzalanan San Remo Antlaşması ile Suriye, Fransa mandası altına alındı. Bu sırada nüfusunun yarıdan fazlası Türk olan Hatay da Fransa'nın elinde kaldı. Fransa ile TBMM hükümeti arasına imzalanan 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması'na göre Fransa, Güney Anadolu'da işgal ettiği yerleri boşaltıp Türkiye'ye bırakarak TBMM'yi tanıdı. Böylece Türkiye-Suriye sınırı çizildi. Ancak Hatay, Fransa mandası altında kaldı. Fakat Atatürk antlaşmaya, gelecekte Hatay'ı kurtaracak bir madde ekletmeyi başardı. Hatay'a özel bir yönetim biçimi verdirmek için anlaşmanın 7. maddesi özellikle şöyle düzenletildi:"İskenderun bölgesi için özel bir yönetim rejimi kurulacaktır. Bu bölgenin Türk soyundan gelen halkı, kültürlerinin gelişmesi için her türlü kolaylıktan yararlanacaktır. Türk dili orada resmi bir niteliğe sahip olacaktır."Bu antlaşmaya ek olarak Fransız delegesi H.Franklin Bouillon'un Türk Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşek'e