Kardeşlik onu unutturmamaktır

8 Aralık, rahmetli Metin Tokdemir'in aramızdan ayrılışının yıldönümü Bu vesileyle daha önce kaleme aldığım hissiyatımı paylaşmak istiyorum bugün Dünyaya 'dâvâ adamı' olarak geldi... Sanki acelesi varmış, o kısacık hayata bir kaç hayat sığdırmak zorundaymış gibi yaşadı... Tertemiz ismini masal kahramanlarına nazire yaparcasına bırakarak göçtü gitti... Hatırası adına hazırlanan kitapta onun için şu ifadeleri kullanmışım: "Cenab-ı Allah eğer insanları camdan yaratmış olsaydı, belki birçok insanın, hatta dâvâ adamı diye bilinenlerin bile içlerinde barındırdıkları pis ilişkiler, hesaplar, riyakârlıklar dolayısıyla arkalarını göremezdik... Ama o öylesine saf, öylesine temiz, öylesine hesapsız bir iç dünyaya sahipti ki, camdan yaratılmış olsaydı, eminim ardını pırıl pırıl gördürdük..." Zor yıllardı 80'ler... Milliyetçi hareket yorgun ve ezilmişti... Lider kadronun tamamına yakını cezaevindeydi... İmkânsızlıklar, yeniden teşkilatlanmanın önündeki engeller, Evren yönetiminin ağır baskısı ve çekine çekine tıklandığında yüze kapanan 'dost kapılar' vardı... İdeallerden ve yokluklardan başka paylaşılacak hiç bir şey kalmamıştı... 1983'ten itibaren Bizim Ocak dergisi etrafında teşkilatlanmaya başlayan üniversite gençliği, o yorgun hareketin altına omuzunu soktu, körpe ciğerleriyle enerji üfledi, yeniden doğrultmak için heyecan verdi... Her hâliyle ülkücü hareketin kaygılarını kuşanarak Eskişehir'den Ankara'ya gelen Metin Tokdemir, bu zorlu sürecin en önemli kilometre taşlarındandı... Hiç durmadan koştu, koşturdu, okudu, okuttu, teşkilatlandırdı, sinmiş bedenlere gayret pompaladı... Sürekli tekrarladığı "Yine bir dağ gibi, dev gibi doğrulacağız Yeni bir ruh doğacak toprağımızdan Dünya bizi yeniden tanıyacak heyecanla Burma bıyığımızdan, kalpağımızdan" dörtlüğündeki ruhu giyindi ve ölene kadar çıkarmadı... Onun ülkücü harekete sevdası, diğer insanî ihtiyaçlarına öylesine baskındı ki, bunun karşılılığı olarak yokluk içinde yaşamayı hiç önemsemedi bile... Uğruna ömrünü ipotek ettiği dâvâsının geleceği, şahsının belirsizliklerle dolu bir gün sonrasından çok daha önemliydi... Bu tarzı, paranın hükümranlık ilan ettiği 80'li yıllardan itibaren maalesef bir 'kusur' gibi durdu 'Tatlısu milliyetçileri'ne ve 'ehlikeyfMüslümanlar'a karşı hiç müsamahası yoktu... Tanıdığım en büyük hatipti... "Unutmamalıyız, biz Türk milletinin, hatta İslâm âleminin son şansıyız. Modern müstemleke görüntüsü veren Türkiye ve İslâm âlemi ülkücü neslin dinamizmine ve fedakârlığına muhtaçtır" diyor, Yahya Kemal'in "Galip et Yarabbi! Çünkü bu son ordusudur İslâm'ın" dizesine göndermede bulunarak, usta mimar titizliğinde yeniden inşâya çıkıyordu... Tıpkı millî