Deprem bienalinin önemi

Son yazımda zaman bize müşfik davrandığı takdirde bir süre sonra acılarımızla yüzleşme konusunda yeni adımlar atabileceğimizi ve bu bağlamda en azından 2 yıl sonra tüm bölgeyi kapsayan dünyanın en büyük bienalini düzenlememizin gündeme gelebileceğini yazmıştım. Bienaller biliyorsunuz dünyanın dört bir yanından sanatçıların belirli bir tema etrafında yaratıcı sanatlarını sergiledikleri ortamlardır. Ben "Deprem" temalı bir bienalde sanatçıların bu kavram kendilerine ne çağrıştırıyorsa duygularını sergileyebilecekleri bir sanat olayının hem bölge hem Türkiye'ye yakışacağını düşündüğüm yazıyı yayınladıktan sonra düşünceli ve kültürlü okuyuculardan çok olumlu destekler aldım. Üstelik o okuyucular arasında büyük ve uluslararası meşhur bienalleri kaçırmadan izleyenler de vardı. O yazıda da belirttiğim gibi deprem adı bir bienal küratörünün çok seveceği türden bir addır. Çünkü deprem, bir tabiat olayını anlatırken ayrıma, sosyal ve bireysel altüst oluşları da çağrıştıracak, yani bienal düzenleyicilerinin seveceği türde çift ve daha fazla anlamlı bir addır. Ben bu bölgeye yayılmış bienal düzenlenmesi fikrini oluştururken, dostum Rafi Portakal'ın tavsiye etmiş olduğu "Julian Stallabrass'ın Çağdaş Sanat: Bir Tarihçe" adlı çalışmasını okumaktaydım. Stallabrass öğretim görevlisi olmasına rağmen ele aldığı konuları net ve anlaşılır anlatma becerisine sahip olan bir yazar. Çalışmasının önemli bölümünü ciddi bienallerin gelişimini incelemeye ayırmış. Çalışmasında benim deprem bienalimiz açısından önemli bulduğum fikir şuydu: "Dünyadaki kültürel ve sosyal değişimleri gözleyip hesaba katan küratörler sergilerde ve sipariş etikleri eserlerde edilgen bir hüzün yerine etkin isyankarlığı öne çıkarmaktalar." Bu bizim açımızdan özelikle önemli çünkü deprem bienalimize katılacak yerli