Hata yap ama yanlış yapma!

İnsan hata yapar yeter ki yanlış yapmasın. Fark ne diyeceksiniz. Hata, insan olmanın bir gereği. İnsan dediğin nefsine uyar, şeytanın iğvasına kanar, heva ve hevesine kapılır hata yapabilir. Hata yapmak babamızdan miras. Fakat yanlış yapmak böyle değil. Hatada bir sürçme, yanılma, istemeden yapma var, hataya düşmek diye bundan diyorlar. Koordine etmezsin hatayı, doğru yolda yürürken dalgınlıkla bir çukura düşer gibi, düşüverirsin hataya. Yanlış yapmakta durum bunun tam tersi. Kasıt var, plan program var, hazırlık var, ben duygusu var. Belki de bunun için hata ettiğimiz de Allah da kulları da samimiyetle özür dilersek bizi affediyor ama yanlış yaparsak Allah'tan af dilemeye de kulların yüzüne bakmaya da yüzümüz kalmıyor. Şöyle diyebiliriz sanırım: Âdem babamız hata yaparak yanlış yaptı; şeytan yanlış yaparak hata etti. Hatadan tövbe affı getirdi, yanlışta ısrar ebedi laneti!Açalım biraz daha. Evde oturuyorsunuz, misafirleriniz var, çocuğunuz elinde tepsi size kahve ikram edecek. Ayağı halıya takılıyor ve tepsi misafirin kucağına düşüyor. Tepkimiz aşağı yukarı bellidir: Aman evladım iyi misin, yanmadın değil mi, boş ver üzülme deyip teselli veririz. Bu elde olmadan yapılan bir hatadır zira, kasıt yoktur burada. Ama elindeki tepsiyi getirip misafirin kucağına fırlatsa, bırakın teselli vermeyi kalkar iki de tokat aşkederiz, şöyle okkalısından hem de. Niçin böyle yaparız Kasıt var orada çünkü, misafire yanlış yapmak var. Halbuki iki durumda da olan şey aynı, kahve misafirin üstüne döküldü, fincanlar yerde, fiil birbirine benziyor, fail aynı kişi. Fiilin neticesi benziyor gerçi; sebebi değil. Güzel bir yere geldik. Hata yapmakla yanlış yapmak arasında bir de niyet farkı var galiba. Hatta şöyle diyebiliriz, insan hataya niyetsiz düşer ama niyet etmeden yanlış yapamaz! Hata yapmak insana yakışıyor. Noksan sıfatlardan münezzeh olan bir tek Allah'tır zira ve Allah sübhanlığını kimseye vermez. Evliyanın en büyüğü bile olsa mahfuz olma sırrına rağmen bir hatası vardır derler; olmasa peygamber olması icap ederdi. İsmet sıfatına sahip bir Peygamber bile olsa, masumluk sırrına rağmen bir zellesi olması icap eder. Zelle, hem Allah'ın sübhanlıkta şerik kabul etmeyişinin bir cilvesi olarak Peygamber-i İzam Hazeratına ikramıdır hem de o zelleler üzerinden ümmetleri terbiye edişle bir sırr-ı Sübhani ve cilve-i Rabbânîdir. Yanlış yapmak yakışmıyor insana. Rabbine, dostlarına, vazifesine, kendisine her neye karşı yaparsa yapsın yanlış yapmak yakışmıyor. Şeytan Allah'a yanlış yaptı ve insana yanlış yaptırarak kendisini temize çekmeye çalışıyor. Hata yaptığında Allah'ın sübhan oluşunu tasdik eden insan; yanlış yaptığında şeytana şerik oluyor. Derin sular!Hatadan sonra bir mahcubiyet doğuyor, bir mahviyet, tevazu, had hudut biliş, gözyaşı belki; hata alıp götürüyor insanı mahzunluğun koynuna bırakıyor. İnsan o hüznün içinde kayboldukça kalbinde Allah'ı buluyor. Kibir doğuran ibadettense mahviyete vesile günahın hoş görülme sebeplerinden birisi de budur belki.Yanlış