Okuryazarlığı yanlış mı anladık acaba

Memlekette herhangi bir konu yok ki sapla saman birbirine karıştırılmasın. Hele konu geçmiş ise bu daha çok yapılıyor. Tabii ki herkesten bir tarihçide olması gereken asgari birikimi beklemek yanlış olur ama güya kendisini bu alanda otorite görenlerin dahi temel ilkelerden kopuk yorumlar yaptığını insan görünce şaşırıyor dersem yalan söylemiş olurum. Bu ülkede hiçbir şey şaşırtıcı değil çünkü!... Osmanlıdan Cumhuriyete pek çok konuda bir süreklilik olmasına rağmen bir kesim keskin bir kopuşun olduğunu iddia ederken bir kesim de devrim sevdasına geçmişi yok sayıyor. Belki en netameli tartışma konulardan birisi de Harf İnkılabı. Ben baştan tarafımı koyayım, sorun Harf İnkılabında değil Dil İnkılabında idi ve bu noktada açıkça yanlış yapılmıştır. Okur yazarlığın azlık ya da çokluğunun alfabe ile doğrudan ilgisi olduğu düşüncesi herhalde bir tek bizim ülkemize has bir durum olabilir. Çünkü, Arap Alfabesinden Latin Alfabesine geçişin gerekçesi olarak çoğunluk "efendim Arap alfabesi ile yazıp-okumak zordu" açıklamasından öte gidemiyor. Halbuki daha akıllıca ileri sürülebilecek bir çok sebep var. Meselenin alfabenin zorluğu ya da kolaylığı olmadığını Japon tarihi bize gösteriyor. Meiji Restorasyonu döneminde Japonlar (1868-1912) 44 yıllık bir süreçte okur-yazarlık oranını geleneksel alfabeleri ile yola devam ederek nerede ise 100'e ulaştırmışlardı. Biz ise 100 yılı geride bırakmaya ramak kalmışken hala bu orana ulaşamadık ve bir 20 yıl daha ulaşamayacağız. İşin sağına soluna girmeden neden ulaşamadığımızı aslında birkaç cümle ile açıklayabiliriz. Türkiye Cumhuriyetini kuran kadroların ekonomik bir vizyonlarının olmaması bunun ana sebebi. Liberalizmden başlayıp sosyalizme kadar savrulan görüşler hep birlikte yürütülmeye çalışılmış, azıcık oradan azıcık buran misali. 1929 Dünya Ekonomik Buhranından faydalanamamak işte bu eksikliğin ürünü. Şevket Süreyya Aydemir bu konuda Ankara'nın umursamazlığı ve kaçırılan fırsatı Suyu Arayan Adam kitabında anlatır. İleride Kadro'cuların başına gelenlerde malumdur. Osmanlının talihsizliği tam manifaktür üretim sürecini tamamlamaya çalışırken Batı'nın Sanayi Devrimini gerçekleştirmesi oldu. Cumhuriyet ise sanayi inkılabının gereklerini yeterince kavrayamadı. Yıkılan bir imparatorluğun küllerinden üniter bir devlet yaratma çabası içinde gelenekten koparken, Batılılaşmayı da maalesef daha çok şekilcilikte aldı. Ancak burada küçük bir parantezle bu çabanın, Osmanlıdan gelen arka planı ile birlikte bizi İslam dünyasının geri kalanından ayırdığını ve -tüm eksiklere rağmen- nispeten daha yaşanabilir bir ortam sunduğunu da kabul etmek zorundayız. Dünden bugüne gelecek olursak,