Küçük Amerika isek doğrusunu yapalım!..

Eğitim-öğretim konusu herhalde dünyanın en çok konuştuğu konulardan biri. Fransız İhtilali ile hayatımıza giren zorunlu eğitim süreci asırlarca devam eden anlayışın değişmesine yol açmış, sanayi inkılabı da bunu taçlandırmıştı.

Geleneksel dünyada sıradan insanların okuma-yazmaya ihtiyacı çok kısıtlı iken sanayi inkılabı ile birlikte en azından komutları takip edebilecek kadar bir okuma-yazmaya ihtiyacı ortaya çıktı. Bir taraftan makbul vatandaş yetiştirme projesinin bir parçası olan okullar diğer yandan sanayinin ihtiyaç duyduğu yetişmiş eleman ihtiyacını da karşılıyordu.

Batı sanayi inkılabını erken gerçekleştirdiği için orada eğitim bize göre daha farklı bir güzergahta ilerledi. Öğrenciye verilmek istenenler çok erken dönemden itibaren sistemleştirildi. Pek çok batı ülkesinde öğrencilerin mesleki yönlendirmesi lisede halledildiği için üniversiteler gerçek manada birer üniversiteye dönüşürken bizde ise işler biraz farklı gitti.

Osmanlıda modern okulların ortaya çıkışı 18. Yy.la kadar gidiyor. Önce askeri amaçlı başlayan süreç zamanla diğer alanlara da genişledi. Osmanlıdan Cumhuriyete öğrenciler toplumun çok ama çok ilerisinde bir eğitim sürecine tabi tutuluyorlardı.

Burada aslında anahtar kavram öğrenci-talebe kelimelerinde gizli.

Biz Batı'ya ayak uydurmaya çalışırken geleneksel medrese eğitim sistemimizin öğrenciye daha doğrusu talebeye bakış açısını da kısmen devam ettirdik.

Ne demek bu

Aslında kelimelerin anlam dünyasında ikisi arasında çok fark var. Talebe kelimesi köken olarak talep etmek, talip olmaktan geliyor. İlme, bilime talip olmak. Öğrenci ise daha çok zorunlu eğitimin bir öznesi konumunda. İstemese de sistemin içerisinde bulunmak zorunda.

Hal böyle olunca da ikisi arasında bir uçurumun olması çok doğal. Doğal ama Cumhuriyet döneminde sistem uzun bir süre (1990'lı yıllara kadar) bu çelişkiyi aşmayı kısmen başarmıştı. Nasıl mı Yaşı 40 ve üzeri olan herkes bilir ki bir zamanlar bu ülkede sadece ilkokul zorunlu idi ve sonrası isteğe bağlı idi.

Burada fırsat eşitliği yoktu tartışmalarına girmek istemiyorum. Okula gidip de okulu terk etme hakkından bahsediyorum.

Verilen eğitime, ideolojik bagajları bir kenara bırakarak baktığımızda sistem öğrencileri ilk beş yıl için ciddi bir ayıklamaya tabi tutuyordu. İsteksiz ve başarısız öğrenciler ilkokulu sınıf tekrarları ile zar zor bitirirken, bir kısmı örgün eğitim sürecinden çıkıp yaygın eğitimin bir parçası haline geliyorlardı. Sanayileşmedeki geç kalış bizde güçlü bir çıraklık-kalfalık eğitimi sürecini doğurmuştu. Biz bu sistemi ıslah etmek yerine maalesef yok etmeyi seçtik.

Son olarak açık liselere geçişi zorlaştırarak da bir darbe daha vurmuş olduk

İlkokulu bitirmek de bir beceri değildi çünkü bu eleme orta ve lise kademelerinde de devam ediyordu ve gençler kendilerine yeni yollar çizmek durumunda kalıyordu. Yani kimse kimseye yalan hayaller satmıyordu. Şimdi hayal satan bir düzen içinde çocuklarımız üniversite dahil hayat boyu okulda zaman geçirebiliyorlar.

Dün sınıf tekrarının maliyetini hesaplayanlar, ideolojik gerekçelerle eğitimi sulandıranlar, zorunlu eğitimi 5 yıldan 12'ye çıkaranların ülkeye ne denli büyük bir kötülük yaptıklarını görmek için çok fazla bilgiye sanırım ihtiyaç yok. Sadece gözümüzü açıp biraz etrafımıza bakmak yeterli.