Ehl-i Beyt

Bilindiği gibi "Ehl-i Beyt" çok kısaca, Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm)'ın ailesi demektir.Geçmişte ve maalesef günümüzde bir ihtilaf meselesi de "Ehl-i Beyt" meselesidir. Halbuki biz samimi ehl-i iman için Kitap ve Sünnet asıldır. Yani bir mesele Kitap'ta veya Sünnet'te varsa, biz ona tam teslim oluruz. Nasıl olur da Nas'da sarahat olduğu halde ehl-i iman arasında bir mesele ihtilaf konusu olur Ehl-i Beyt'in ayet-i kerîmedeki yeri, hem de emir kipi ile, şöyledir: "De ki: Sizden tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum; istediğim ancak, ehl-i beytime ve manevi varislerime muhabbet ve meveddettir". (Şûra: 2342) Cenab-ı Hakk açıkça Ehl-i Beyt'e muhabbeti ve meveddeti emrediyor. Buna rağmen ihtilâf nasıl olabilir Ve böyle bir meselede Ehl-i Sünnet nasıl yanlışa düşebilir Bunun sebebi; ancak bir tarafın bu sarih meseleyi maksadının dışında yorumlayıp, karşı tarafı itham etmesiyle olabilir. Anlaşılan o ki, bu meseleyi istismara sebep olan başlıca iki hadise var. 1- Hz. Ömer (ra)'ın İran'ı fethetmesi 2- Kerbela faciası. 1-Hz. Ömer(ra)ın İran'ı Fethi: Bu mesele; âlemşümul tam bir cihad ve tebliğ olduğu halde, bundan ceriha alan İranîler ve Batiınîler, o günkü İslâm düşmanlarının tahrikleriyle ehl-i İslâm'ı "Alici" ve "Ömerci" diye ikiye ayırarak onları zaafa uğratmak için böyle bir plan uygulamış. Bu fitne; daima zalimlerin kullandıkları bir taktiktir. Onun için meseleyi fark eden basiretli zatlar: (Onlar Hz. Ali'yi (ra) sevdiklerinden değil bilakis, İran imparatorluğunu fetheden Hz. Ömer'e olan buğzlarından dolayı Alicidirler) diye bir vecizeyle meseleyi özetlemişlerdir. Yani bunlar; kendilerine karşı çıkan Müslümanları hâşâ "Hz. Ali düşmanı" ilan etmişler. Halbuki Ehl-i Sünnet arasında böyle bir ayrım olmadığı gibi, Hulefa-i Râşidîn'den hiçbiri arasında da ihtilâf söz konusu değildir. Böylece "sun'i Ehl-i Beytçiler", diğer Hulefa-i Râşidîn'i ve kahir ehl-i İslâm'ı Hz. Ali'ye düşman göstererek Müslümanları avlamışlar. Bu zıddiyet, çok tasannuyla ve tekellüfle zorlayarak doğmuştur. Bir deli kuyuya taş atmış, milyonlarca akıl çıkartamamıştır. Ve onlara yanlış ve haksız olarak "Ehl-i Beyt'çiler" denilip; çok haksız olarak Ehl-i Sünnet, hâşâ Ehl-i Beyt'e karşı gösterilmiştir. Halbuki "Ehl-i Sünnet"le "Ehl-i Beyt" tabirleri arasında itikadî olarak da bir fark yoktur. Hz. Peygamber (asm)'ın da: "Size Allah'ın kitabı Kur'ân-ı Azîmüşşanla ehl-i beytimi bırakıyorum" buyurması, bunun adeta etle tırnak mesabesinde olduğunun delilidir. Bunda nasıl tereddüt olabilir Sünnetin birinci derecede temsilcileri de, "Ehl-i Beyt"tir. Ayet-i kerime ona dikkat çektiği için Efendimiz de, Kur'ân-ı Kerim ile Ehl-i Beyt'i beraberce ümmetine emanet etmiştir. Bu derece ciddi bir meselede Ehl-i Sünnet'in "Ehl-i Beyt"e karşı olması düşünülemez. Alem-i İslâm'ın başına bu gibi meseleler çözülmesin