"En kötü devlet devletsizlikten iyidir"

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu Serbestiyet yazarlarının sorularını yanıtladı. Röportaj uzun olmasına rağmen bir çırpıda okudum diyebilirim.

Açıkçası röportajı okurken son dönemdeki tartışmaların ne denli çorak kaldığını hissettim. "Onu dedi, bunu dedi"ye sıkışıp kaldığımızı hissettim.

Ne bir derinlik, ne bir estetik, ne bir bilgi

Varsa yoksa ben haklıyım, yok ben haklıyım. Bir de alabildiğine bağırtı Sanki bir kısır döngünün içinde gibiyiz. Tüm bu tartışmaların ilerisinde de bir yol yok, dönüp dönüp başa geliyoruz gibi hissettim.

Bu çoraklıkta nefes almamıza vesile olan Serbestiyet ekibinin emeğine sağlık.

Röportaja gelecek olursak;

Davutoğlu seçim yenilgisinin altında yatan tüm faktörleri samimi bir şekilde bir bir anlatmış. Özellikle şu cümlesi bütün olan biteni özetliyor denilebilir.

"Sosyo-politik kök sebebe gittiğimizde ben toplumsal bellek ile var olan siyasi konjonktür arasındaki derin gerilimin bu sonuca zemin hazırladığı kanaatindeyim. İktidar bu gerilimi alabildiğine derinleştiren bir kampanya ile insanoğlunun en temel arayışı olan güvenlik dürtüsünü harekete geçirmeyi başarırken, bizler muhalefet olarak bu gerilimin aşılabileceği konusunda topluma güven veremedik. Bu tablo temel vaadimiz olarak vurguladığımız insan onurunun ayrılmaz parçası olan özgürlük ve refah arayışının güvenlik ihtiyacının gölgesinde kalmasına engel olamadık."

Buradaki sihirli kelime elbette "güven". Güven duygusu kalabalıklara hissettirilemediği için, güven kavramının altında yatan blokajlar kırılamadığı için haliyle seçmenin mobilizasyonu da sağlanamadı.
Öte yandan Davutoğlu "devlet ve düzen" kavramlarının arka planında yatan dinamikleri detaylarıyla röportajda belirtmiş.

Röportajda belirtilen şu bölüm de önemli.

"Muazzam dengesiz ve eşitsiz propaganda makinesi karşısında bu kesimlere ulaşıp kaygılarını giderecek bir ilişki geliştiremedik. Sayın Kılıçdaroğlu'nun helalleşme bağlamında dinimanevi değerlerin korunması ile ilgili verdiği teminatlar otoriter laikçiliği savunan bazı çevrelerin açıklamaları ile terör ve FETÖ'ye karşı bizim verdiğimiz teminatlar her açıklaması iktidarın bu korkudürtü stratejisine yarayan Kandil ve HDP kaynaklı açıklamalarla tesirsiz hale getirildi."

Bu noktada Kılıçdaroğlu'nun helalleşme çıkışı önemliydi. Değerliydi. Aslında karşı tarafı sarsacak bir adımdı. Ki bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gördüğü düşüncesindeyim.

O yüzden konuşmalarında, canlı yayınlanan bilmem kaç kanalda "CEHAPE zihniyeti" söyleminin özellikle altını çizdi. Kılıçdaroğlu'nun attığı adımı boşa düşürmek için, bu adımı değersizleştirmek, önemsizleştirmek, etkisizleştirmek için bu söylem olabildiğince tekrar edildi.

Açıkçası Altılı Masa'nın attığı her adıma anında karşı taraftan cevap verildi. Seçim sürecinde Cumhur İttifakı'nın refleksinin kuvvetli olduğunu gördük. Montaj videolara, yalana dolana anında cevap verilmemesi de Altılı Masa'nın refleksinin zayıflığını gösterdi. Ki cevap verilene kadar seçmen savunma pozisyonuna çoktan geçmişti bile.

Seçim sürecinde çoğunlukla sahada bulunduğum için şunu söyleyebilirim. Bir noktaya gelindi ki seçmen çok şikâyetçi. Hayat pahalılığına yetişemiyor.

O süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan ile seçmenler arasındaki duygusal bağda zayıflamanın işaretleri gelmeye başlamıştı. Ve muhafazakâr seçmen Altılı Masa'ya yüzünü dönmüştü acaba buradan bir şey çıkar mı diye. Özellikle de Ali Babacan'ın ne söylediğine bakılıyordu.

Tam da bu noktada Davutoğlu'nun da özellikle altını çizdiği ittifak adımı atılabilseydi, yani Saadet, Gelecek ve DEVA Partisi Altılı Masa şemsiyesinde bir ittifak oluşturabilselerdi, muhafazakâr seçmen özellikle de kararsız seçmen bu tarafa yönelebilirdi. CEHAPE zihniyeti söyleminin etkisi kırılabilirdi.
Öte yandan sahayı yakından takip eden Erdoğan'ın bu vaziyeti gördüğü düşüncesindeyim. Ve ne yaptı Paket üstüne paket açtı.

İşte orada gelmek isteyen kararsız seçmen de yavaş yavaş yüzünü yine Cumhur İttifakı'na çevirdi. Açıkçası kırılma noktası burada oldu.