Türkiye, Suriye'nin kuzeyinde neyi başardı

Ekim 2019'da Barış Pınarı Harekâtı başladığında bir dostumun uyarısı ile Suriye'nin kuzeyinde bizimle birlikte cansiparane mücadele eden Suriye Millî Ordusu güçlerinin hakkını teslim etmediğimizi fark ettim. İlk günlerden itibaren insanüstü bir gayretle yurtlarını savunmaktaydılar. Bu, umutsuz bir çırpınış mıydı yoksa yeni bir coğrafya mı inşa ediliyordu Kuşkusuz 2016'nın son aylarında Halep düştüğünde bir bakıma Suriye savaşının kaderi de belli olmuştu. Bu hazin sonda Türkiye'nin içeriden kuşatılmışlığının etkisi çok büyüktü. PKK ve PYD terörü iç güçlerle birlikte Türkiye'yi Suriye'de adım atamaz hâle getirmişti. Buna rağmen Türkiye, 15 Temmuz 2016'da diz çökmeyeceğini gösterdi ve içeriden kuşatmayı kırdı. Böylelikle Suriye'de savunma pozisyonu da terk edildi. Kırk gün sonra Fırat Kalkanı Harekâtı başladı. Olaylar inanılmaz bir hızla ilerlemekteydi. Türkiye, Suriye savaşını bir bekâ meselesi olarak gördüğünü göstermişti. Bu harekât ile terör koridoruna ilk darbe vuruldu fakat 2016'nın sonuna doğru Halep düştü. Aynı dönemde Suriye Millî Ordusu'nun teşekkül ettiğini de Barış Pınarı Harekâtı günlerinde gördük. Türkiye harekât bölgelerini İran, BAE, Fransa, ABD ve elbette İngiltere ve Rusya'ya rağmen oluşturdu.Peki, Türkiye Suriye'nin kuzeyinde neyi başardıYirminci yüz yıl Arap milliyetçiliği ideolojisi 1916'da Cemal Paşa'nın idam ettirdiği Arap ayrılıkçılar üzerine inşa edilmişti. Arap milliyetçiliği, Osmanlı coğrafyasının dağılmasıyla birlikte Fransız ve İngiliz manda yönetimlerince oluşturulan idarî birimler altında tarihî bağlamından koparılmış hadiseler üzerinde yükselmişti. Manda yönetimler, Cemal Paşa olayını gerçekliğinden soyutlayarak yeniden kurguladı ve Arap milliyetçiliğini Osmanlı ve Türk karşıtlığına yönlendirdiler. Hâlbuki yüz yıl önce de Suriye ordusunun bel kemiğini Osmanlı askerî okullarında eğitim gören subaylar oluşturmaktaydı. Fakat tarihin seyrini belirlemek kolay değil. Nitekim Meyselun'da Fransa karşısına çıkan komutan, Halepli bir Türk ailenin çocuğu idi. Yani coğrafyanın genelinde Arap ve Türk milliyetçiliğinin karşıtlık oluşturduğunu söylemek için epeyce dışarıdan bakmak gerekiyordu. Fakat güç onların elindeydi ve kurguyu da onlar yapıyordu.Türkiye'deki Suriyeliler üzerinden koparılan fırtınayı da yüz yıl önceki bağlamlar üzerinden anlayabiliriz. 1916'da bu coğrafyada savaşan güçler Türkler ve Araplar değildi. O zaman da karşımızda Fransa ve İngiltere vardı. Türkiye'deki Suriyeliler meselesine Türk ve Arap milliyetçiliği, yabancı karşıtlığı, gettolaşma, göç, asimilasyon, uyum sorunları ve kültür değişimi gibi kimlik eksenli çerçevelerden bakıldığında asıl sorundan uzaklaşılacağı çok açıktır. Bunun yerine Suriye'nin kuzeyi de dâhil olmak üzere iki deniz arasında tampon bölge oluşturma hayallerinin toprağa gömülmesini sağlayan askerî müdahaleler çerçevesinden bakıldığında ise yüz yıl önceki gerçeklikten çok da uzaklarda olunmadığı anlaşılacaktır. Böylelikle fırtınayı koparanların tarafı daha iyi