Türk milletinin pey akçesi

On dokuzuncu yüzyılda İslam coğrafyasında seyahat eden yabancılar, gözlemlerini alışılmış bir karşıtlık olarak medenî ve vahşî ayrımı üzerine bina etmişlerdi. Onların Türk ve İslam coğrafyasına bakışını belirleyen en önemli karşıtlık, bugün, çok daha kapsamlı bir şekilde analiz edilmelidir. Efendi ve köle karşıtlığı benzer bir zihin yapısının ürünüydü. Daha da gerilere gidildiğinde benzer karşıtlıkları Avrupa tarihinden bulup çıkarabilir ve bunları da Shakespeare'in eserlerinden örneklerle zenginleştirebiliriz. Fakat Batılı seyyahların özgüveni ile on dokuzuncu yüz yıl yayılmacı kolonyalizminin başarısı arasında doğrudan bir ilişki kurulduğunda asıl bağlamın bilim ve din karşıtlığı olmadığı anlaşılır. Esasen kolonyalist yayılmacılığın zirveye ulaştığı bir çağın özgüvenini ortaya çıkaran bağlam üzerinde durmamız gerekir. Bu özgüvenin oluşumu Türk ve İslam coğrafyasının gerçekliği ile doğrudan ilişkili değildir. Bu çağda özellikle Britanyalı aydınlar arasında şöhret kazanıp da Doğu Hindistan Şirketi ile bağı olmayan bir kimsenin bulunmaması önemli bir ayrıntıdır. Doğu Hindistan Şirketi'nin Avrupa fikir hayatı üzerindeki etkileri gibi bir başlık Türk liberal muhafazakârları için ne kadar kışkırtıcıdır bilinmez fakat Batılı seyyahların ürettiği kavramlar bugün hâlâ kullanımdadır. Bu seyyahlar kolonyalist yayılmacılığın zirveye çıktığı bir dönemin bakış açısına göre yazmışlardı. Bu bakış açısını ise Avrupa hegemonyası beslemekteydi. Ne yazık ki aynı kavramları bizim taraftakiler de içselleştirdi. Meral Akşener'in bunlardan birkaçını tekrarlamakta bir sakınca görmemesini siyasî bir manevra olarak nitelendirmenin doğru olmadığını söylemeye gerek bile yok. Oryantalistlerin gözüyle İslam coğrafyasına ve özellikle de Osmanlıya bakmanın hâlâ siyasî getirisi varsa, bunun üzerinde düşünmek gerekir. Bu getirinin kaynaklandığı yer içeride mi dışarıda mı Daha derinlere inerek bu türden getiri hesapları yapanları, kimlikleri üzerinden yargılamanın anlamı yok. Mevcut durum yeterince vahimdir. Abdülhamit zamanında İngiliz konsolosluğuna giderek Büyük Britanya'nın kolonyalist yayılmacılığının başarısını medenileşme yolunda ileri bir adım olarak selamlayanların mirası yeterince yüz kızartıcı olmalı. Ulu Hakan sıfatını hamasî bularak asıl bağlamı görünmez kılanların kıvrak bir zekâya sahip olduğunu düşünmemek gerekir. Bu çabanın gerisinde büyük bir fikir işçiliği olduğunu zannettiğimizde kendimize karşı ayıp etmiş oluruz. Adamlar basbayağı Londra'da üretilen ve birçok defa kullanılan sakızları çiğnemekteler. Eğer hâlâ istibdat, müstebit gibi kavramları günümüze taşıyarak siyasî manevra yapabileceklerine inanıyorlarsa muhataplarını aşağıladıklarına inanabilirsiniz. Hiç kuşkusuz Abdülhamit de güç üretebilen bir liderdi. Erdoğan ile II. Abdülhamit arasında kurulan benzerlik ilişkisinin Avrupa ve ABD'de de satın alındığı bilinmektedir. Sayın Erdoğan'a "sultan" denilmesi ile Türkiye'nin yeniden güç üretmesi arasındaki doğrudan ilişkiden rahatsızlık duymaları ve güçlü liderden "tek adam" çıkarmaları