Batı'nın ve İsrail'in dokunulmazlık kubbesi Gazze'de çöktü

II. Dünya Savaşı'ndan sonra İslam coğrafyasını derinden etkileyen en önemli hadiselerden biri Cezayir bağımsızlık savaşıydı. Aynı dönem için Bağlantısızlar Hareketi'ni de göz önünde bulundurursak Fas'tan Endonezya'ya kadar uzanan coğrafyada müstemleke yönetimlerden kurtulmaya yönelik ciddî ve yaygın bir talep olduğu görülür. Fakat diğer ülkelerden farklı olarak bu talep Cezayir'in farklı toplum katmanlarında siyasal bir bilinç olarak karşılık bulmuştu. Fanon'un kitapları her ne kadar şiddet kavramı etrafında şekillenen tartışmalarla sınırlandırılsa da dönemin ruhunu anlamak bakımından önemlidir. Bu açıdan "Cezayir Bağımsızlık Savaşının Anatomisi" en azından "Yeryüzünün Lanetlileri" kadar değerlidir. Elbette dönemin ruhunu ayırt edici nitelikleriyle kavramak için çok daha kapsamlı çalışmalar yapmak gerekir. Örneğin Ernesto Che Guevara gibi bugün artık neredeyse kendi gerçekliğinden tamamen koparılmış kült şahsiyetlerin yaşadığı dönemde Cezayir'e ilgisi ne Marksist ideoloji ile sınırlandırılabilir ne de belirli bir zaman ile açıklanabilir. 1968 Paris olaylarını Cezayir bağımsızlık savaşı ile ilişkilendirmeden anlamak mümkün değildir. II. Dünya Savaşı sonrasında İslam coğrafyasında meydana gelen olayları ele aldığımızda Fanon gibi fikirleriyle kendilerinden sonraki kuşakları derinden etkileyen yazarlara ve hareketlere odaklanmamız kaçınılmazdır. Bu dönemi sadece siyasî hadiseleri merkeze alarak incelemek doğru olmaz. Bu sınırlı bir bakış sunar ve sonuçlar mutlaka yanıltıcı olacaktır. Bu sınırlı bakış ile Fanon gibi yazarların müstemlekecilikle ilgili etkileyici analizleri ve oryantalizm eleştirisinin ortaya çıkmasında birinci dereceden rol oynamaları anlaşılamaz. Bu kadar sarsıcı fikir hareketlerini bir dönemle veya ideoloji ile sınırlandırmak zordur. Oryantalist eleştiriyi Said gibi Filistinli bir akademisyenin sistemleştirmesi de müstemleke karşıtı hareketlerle doğrudan ilişkilidir. Oryantalizm eleştirisinin en saldırgan muarızlarının Bernard Lewis gibi Batı değerlerine iman etmiş akademisyenler arasından çıkması da oldukça anlamlıdır. Kuşkusuz bu tarz akademisyenleri Yahudilik ve Siyonizm kategorisi içine sıkıştırmak da doğru değildir. Batı hegemonyasını değiştirilemez bir veri olarak kabul eden bu tarz ideologlar kuşkusuz bu yeni fikrin ne anlama geldiğini ve harekete geçireceği dinamikleri sezebiliyordu. Hırçınlık ve saldırganlık "durağan Doğu" imajının yerle yeksan olmasından kaynaklanıyordu. Filistin'i Batı medeniyetine açmışlardı fakat direniş hareketlerini bir türlü bastıramıyorlardı. Hâlbuki yerlilerin bu yeni medeniyet karşısında teslim olmaktan başka bir çaresi yoktu. Üstelik Batı onlara medeniyet götürmek gibi bir fedakârlıkta bulunuyordu. Aynı hırçınlık ve saldırganlığın Filistinlilerin Gazze'de ortaya koyduğu muazzam direnişle yeniden ortaya çıkması da oldukça önemlidir. Bu son hadiselerle birlikte İsraillilerin ve genel olarak Siyonist Yahudilerin, Batılı devletlerin şemsiyesi altında Filistinlilere yönelik her türlü