Zulmün artsın ki

Not: Bu yazıyı dün için yazmıştım ama malum süreç dolayısıyla yollarda küçük bir teknik kazaya uğramış. Çöpe atmaya da gönlüm razı olmadı. Bir günlük gecikmenin, benzer duygu ve hassasiyetleri taşıdığımız milyonlarca insandaki karşılığının "eskime" olmayacağı inancıyla, bugün paylaşıyorum. Nihayetinde mevzu bahis zaten unutmamak ve unutturmamak değil mi! Başlığın devamı bu topraklara yabancı olmayan herkesin malumu; Zulmün artsın ki, tez zeval bulasın Zevalin tez olsun Bir an önce bit, git, yok ol da kurtulalım; Zulümle abad olunmaz zira. Dünyanın kimseye kalmadığına, dahası zalimlerin tahtlarının nasıl ibretlik sonlara mahkum olduğuna dair ciltler dolusu örnekle müteşekkil bir tarihimiz varken, insanoğlu ya hırslarına, ya zaaflarına, ya başka bazı mecburiyet ve mahkumiyetlerine yenik düşebiliyor demek ki. Demek ki, mülkün temelinin adalet olduğunu bile bile, mülkünü ancak adaleti sakatlayarak koruyabileceği sanrısına düşebiliyor güç sarhoşluğuyla Kim bilir Belki "mülk"e yüklediği mana başka. Ülkücülerin doğal, ebedi ve efsanevi lideri Alparslan Türkeş'in vefat yıldönümünde, onun "evlatlarım" dediği gençlerden birinin, Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı eski Genel Başkanı Doç.Dr. Sinan Ateş'in katledilmesiyle ilgili soruşturmayı yürüten savcılardan birinin dosyadan el çektirilmesi haberini okurken kapıldım girişte özetlemeye çalıştığım tarihi cendereye. Sinan'ın katlinden itibaren; Savcı izne çıktı. Savcının izni uzatıldı. Savcı dosyadan alındı. Suikastın en kilit isimlerinden biri yakalandı, tutuklan(a)madı. Yine yakalandı, tutuklan(a)madı. Uzun bir bürokrasi içi mücadeleden sonra tutuklandı; güç bela. Suikastın o en kilit isminin bir MHP'li milletvekilinin yanındada vuku bulan ilk gözaltına alınışıyla ilgili tutanak yok oldu. Tutanak var oldu. Tutanak var ama dosyada yok oldu. Adaletin üzerini kapkara şüphe bulutlarıyla kaplayan bu garabet sürece paralel, ayaklarından biri "adalet" olan bir fikir hareketinin "vefa" gösterisi vardı Salı günü Beştepe'de. Aralarında, yazık ki, Türkeş'in "evladı"na Allah'ın rahmetini çok görenlerin, göstermelik bir "baş sağlığı"ndan dahi imtina edenlerin, Türkeş'in "evladını", neredeyse katledildiği için bile suçlamaya kalkışanların da bulunduğu bir kalabalık, Türkeş'in kabri başında onunla birlikte bugüne kadar rahmete kavuşmuş olan diğer "evlatlarını" da andı. "Her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına aldıklarını", onların karşısına "Türklükle" gidilmemesi gerektiğini, içinde "Türk kimliği"ne atıf olan neredeyse bütün resmi metinlerin "ırkçılık" vesikası olduğunu söylemekten bir gün olsun geri durmamış bir zihniyete teslim olunma haline hiçbir "aklımızla alay" seviyesi üstü açıklama getirilmemişken, Türkeş'in "Türkiye'nin çetin ve zorlu dönemlerinde taviz ve teslimiyete düşmeyişi" üzerinden payeler çıkaranlar oldu kendilerine. Türkeş'in "Emanet olunan davayı kucaklayıp, hiç arkasına bakmadan, tereddütsüz, hiçbir şeye aldırmadan yürüyüşü"ne öykünüldü; zira çoğu arkasını döndüğünde kimseyi bulamayacak olmanın endişesini ve bu hale sebep olmanın vebalini