Metabolik sendromun ilacı zayıflamak

İnsülin direnciyle başlayan, bel çevresinde görülen ve yağ artışıyla ortaya çıkan metabolik sendrom, çeşitli hastalıkların da birbirine eklendiği önemli bir sorun. Orta yaşlı kadın ve erkeklerin ardından artık kilolu gençler de bu tehlikeyle karşı karşıya. Çözüm ise beslenme şeklimizde... En az obezite sorunu kadar önemli ve tehlikeli olan, hızla yayılan, önceleri orta yaşlı kadın ve erkeklerin derdi sanılırken şimdi fazla kilolu gençleri de etkileyen bir sorun metabolik sendrom. Genetik yatkınlığınız varsa, dengesiz beslenme alışkanlıkları ve yetersiz fiziksel aktivite düzeyi, sigara ve alkol kullanımı gibi yaşam tarzınızdaki yanlış seçimlerinizle bu sendromu siz de tetikleyebilirsiniz. Dünyada ve ülkemizde yetişkinlerin yaklaşık üçte birinde metabolik sendrom bulunması, yaşla birlikte yükselmesi, ölüm ve bazı hastalıkların artışına neden olması metabolik sendromu giderek büyüyen bir toplumsal sağlık sorunu haline getiriyor. Bu haftaki yazımda sizlere metabolik sendromu önlemeniz için yaşamınızda nelere dikkat etmeniz gerektiğini anlatmak istiyorum. METABOLİK SENDROM NEDİR Metabolik sendrom; insülin direnciyle başlayan, özellikle bel çevresinde görülen yağ artışıyla karakterize abdominal obezite, glikoz intoleransı veya diyabet, kan yağlarının anormal seviyelerde olduğu dislipidemi, hipertansiyon ve kardiyovasküler hastalıklar gibi sistemik bozuklukların birbirine eklendiği endokrin bir bozukluktur. Dünyada metabolik sendrom prevalansı erişkinlerde ortalama yüzde 22 olarak bildirilmektedir. Yaş ilerledikçe metabolik sendrom görülme sıklığı artmakta, 20-29 yaş gurubunda yüzde 6.7, 60-69 yaş gurubunda ise yüzde 43.5 oranında görülmektedir. Ülkemizde ise metabolik sendrom görülme sıklığı, erkeklerde yüzde 28, kadınlarda ise yüzde 40 gibi oldukça yüksek düzeylerdedir. Metabolik sendromun görülme sıklığındaki artışın obezite ve insülin direncindeki artışın sonucu olarak değerlendirilmektedir. Metabolik sendromun gelişmesinde genetik yatkınlık söz konusu olsa da, modern kent hayatının getirdiği hareketsiz yaşam ve yüksek kalorili beslenme metabolik sendrom oluşmasını desteklemektedir. Menopoz sonrası dönem, sigara içmek, düşük gelir düzeyi, yüksek karbonhidrat içeren diyetlerle beslenmek metabolik sendrom sıklığını artıran diğer nedenlerdir. Düzenli egzersiz ve beslenme alışkanlıklarının iyileştirilmesini içeren yaşam tarzı değişiklikleri metabolik sendromun iyileştirilmesinde en etkili yöntemdir. KALP KRİZİ RİSKİNİ ARTTIRIYOR Metabolik sendrom, tip 2 diyabet ve kardiyovasküler hastalık için önemli bir risk faktörü olup, tip 2 diyabet riskini beş kat, kalp krizi ve inme gibi kardiyovasküler hastalıkların riskini ise iki kat arttırmaktadır. Aslında metabolik sendrom içindeki her bozukluk tek başına kardiyovasküler hastalık ve ölüm riski taşır ve tedavi edilmelidir ama bunların beraber bulunması bu riskleri kat kat arttırmaktadır. Yapılan çalışmalarda elde edilen diğer bir önemli sonuç ise metabolik sendromlu kadınlarda kardiyovasküler riskin erkeklere göre daha yüksek olmasıdır. Bu riskin kadınlarda daha yüksek olmasında; menopoz dönemine girmiş kadınlarda erkeklere göre abdominal obeziteye yatkınlığın fazla olmasının, kadınların erkeklere göre daha farklı bir kolesterol profiline sahip olmasının, yüksek trigliserit düzeylerinin kadınlarda erkeklere göre daha fazla koroner arter hastalığı ile ilişkili bulunmasının ve polikistik over sendromu, hormon replasman tedavisi ve gestasyonel diyabet gibi kadınlara özel risk faktörlerinin rolü olabileceği bildirilmiştir. BEL ÖLÇÜSÜ ÖNEMLİ Dünya çapındaki otoriteler metabolik sendrom için farklı tanı kriterleri tanımlamıştır. Bu kriterlerin bazılarında insülin direnci bulunmamaktadır ancak Türkiye Endokrinoloji Metabolizma Derneği, metabolik sendrom tanı kriterleri arasında insülin direncinin de yer alması gerektiğini savunur. Dünya Sağlık Örgütü, metabolik sendromu; diyabet, bozulmuş açlık glikoz toleransı veya insülin direnciyle birlikte, hipertansiyon, hiperlipidemi, bel çevresinde yağlanmanın arttığı abdominal obezite ve mikroalbüminüriden en az ikisinin bulunması olarak tanımlamıştır. Ulusal Kolesterol Eğitim Programı ise metabolik sendrom tanısı için bel çevresi, trigliserit, kan basıncı ve kan şekerinin yüksekliği ve HDL düşüklüğü gibi belirtilen beş kriterden üçünün varlığının yeterli olduğunu bildirmiştir. Amerikan Klinik Endokrinoloji Derneği'nin belirlediği metabolik sendrom bileşenleri ise, beden kitle indeksi ve HDL kolesterol değerleri dışında Dünya Sağlık Örgütü'nün belirlediği kriterlere benzerdir. Bu karışıklığa bir çözüm bulmak için güncellenmiş raporlarda metabolik sendromun klinik tanısı için birleştirilmiş kriterler yayınlanmıştır. Buna göre; bel çevresinin erkeklerde 102 cm'den, kadınlarda 88 cm'den fazla olması, trigliserit düzeylerinin 150 mgdl'den yüksek olması, HDL kolesterolün erkeklerde 40 mgdl'den, kadınlarda 50 mgdl'den düşük olması, kan basıncının 13085 mmHg'den yüksek çıkması ve kan şekerinin 100 mgdl'den fazla olması gibi beş kriterden üçünün kişide var olması o kişinin metabolik sendromu olduğunu göstermektedir. DÜZENLİ FİZİKSEL AKTİVİTE VE KİLO VERMEK ÇOK ÖNEMLİ Metabolik sendromun oluşmasına neden olan en büyük risk faktörleri obezite ve insülin direncidir. İnsülin direncini artıran faktörler ise; fiziksel aktivite yetersizliği, ileri yaş, endokrin ve genetik faktörlerdir. Metabolik sendrom tedavisi için hedef olarak insülin direncine neden olan risk faktörlerinin yaşam şekli değişiklikleri ile kontrol altına alınması ve gerekli koşullarda klinik hedeflere ulaşmak amacıyla ilaç tedavisinin başlanmasıdır. Yaşam tarzı değişikliği dışında, metabolik sendromu tedavi edebilecek tek bir faktör söz konusu değildir. En uygun tedavi yöntemi, kilo kaybının sağlanması ve düzenli egzersiz için yaşam şekli değişikliğinin sağlanması, sağlıklı beslenme ve sigaranın bırakılmasıdır. Kilo kaybı metabolik sendromun düzelmesi için oldukça önemlidir. Yüzde 5-10'luk kilo kaybı bile metabolik sendromun tüm bileşenlerini kontrol altına alabilir. Yüzde 7'lik kilo kaybı ile birlikte düzenli fizik aktivite yapmak dört yıl içinde Tip 2 diyabet gelişme riskini yüzde 50 azaltmaktadır. Düzenli fizik aktivite insülin direncini düzelterek glikoz, lipid ve kan basıncı kontrolünü sağlar ve kardiyovasküler fonksiyonları düzeltir. Kilo alımının engellenmesi için düzenli olarak her gün 45-60 dakika fizik aktivite yapılmalıdır. Kardiyovasküler riskin azalması için ise günde 10 bin adım atılması önerilmektedir.