Algıda geçicilik

Son zamanlarda ne okusam, kimi dinlesem "Resmin bütününü görmek lazım!" cümlesiyle karşılaşıyorum. Çünkü gerçekten de öyle bir dağıldık ki bakış açımıza birkaç piksel anca sığıyor. 24 saatlik zaman dilimini pastırma gibi dilimledik ve ciddi bir odaklanma problemi yaşıyoruz. Biraz geriye doğru çekilip baksak görüntü netleşecek ama beceremiyoruz. Eskiden evlerde tek bir hayat yaşanırdı. Şimdi evde kaç insan varsa, o kadar hayat yaşanıyor. Paramparça olmuş hayatımızda günden güne bölünerek azalıyoruz. Karakter sınırı olan pencerelerde etrafa saçılan bilgi kırıntılarıyla besleniyoruz. Gıdayı da bilgiyi de işlenmiş olarak, ayaküstü tüketmeyi tercih ediyoruz. Farklı alanlarda, farklı duygulara hitap eden yüzlerce paylaşım arasında yıldırım hızıyla geziyor, hiçbir bilgiyi taşıyamıyor, hiçbir duygunun hakkını veremiyoruz. Duygusal reflekslerimiz zayıfladı, algımız köreldi. Fazla bilgiye maruz kaldığımız için tüm değerleri değersizleştirmeye başladık. Başkalarına hesap kesmekten kendi muhasebemizi yapamıyoruz. Bu da bizi pervasızlığa itiyor. Çünkü dağınık ve düzensiz bilgiye fazla maruz kalan kişinin düşünce dünyası akşam pazarına dönüyor. Duygular arası geçiş hızı her geçen gün artarken, hamlıktan pişkinliğe doğru bir geçiş yaşanıyor. Her konuda fikri olan ama hiçbir konuda doğru dürüst fikir yürütemeyen insanlar hızla çoğalıyor. Herkese ulaşabilme ve her şeyin altına yorum yazabilme fırsatı da had sınırlarını ufka doğru çekiyor. Ne var, ne yok eleştiriyor, kavgaya kürekle, yangına körükle gidiyoruz. Arkasında büyük bir emek olan işleri birkaç savruk cümleyle küçültüp, kendi çapımıza göre ölçeklendiriyoruz. Hâlbuki kendi seviyesini yükseltmek yerine, etrafı aşağıya doğru çekmeye çalışmak ciddi bir rahatsızlık belirtisidir. Küçümsemek de kendini küçük görenlerin en büyük tesellisidir. Bunu aslında hepimiz biliyoruz ama yine de üretenleri eleştirerek ömür tüketmeye devam ediyoruz. Kralını yaparım! Her şeyi küçümsemek bir süre sonra insanda öz güven zehirlenmesine yol açıyor. Had aşım faturası iyice kabarınca da insanda her şeyi yapabileceğine dair garip bir inanç oluşuyor. Böylece "Eleştiri" dalında sosyal medyada doktora yaparken, öz güvenle hadsizlik arasındaki o sınırda ha bire tez yazıyoruz. Mesela şair "Bekliyorum, öyle bir havada gel ki vazgeçmek mümkün olmasın" demiş. Bunu okuyunca "Ne var bunda Bunu ben de yazarım be!" diyoruz. Sonra oturup bekliyoruz. Ama ilham böyle bir havada gelmiyor işte. Biz de biraz bekleyip vazgeçiyoruz. Picasso'nun yarım ağızlı, iki burunlu tablolarına bakıp burun kıvırıyoruz bazen. "Adam marjinalim diye yemiş bizi. Böyle sanat mı olur" diye boş beleş konuşuyoruz. "Bizim çocuk çok daha iyi çiziyor bundan"