Dâvâ adamı olmak

Dâvâ adamı öncelikle davasını kendi hayatında fiilen yaşayan, tatbik eden ve dâvâsını başkasına anlatan kimsedir. İnandığı dâvâ ile çelişen kişi asla dâvâ adamı olamaz. Dâvâyı layıkıyla temsil edemediği gibi inkişafına da engel olur.Cenab-ı Allah, (cc) "Siz insanlara iyiliği emreder de, kendi nefsinizi unutur musunuz" buyurmuş.1 Dâvâsını anlatan ve fakat kendisi yaşayamayan adam, dâvâyı şek ve şüpheye düşüren adamdır. Hatta söz ve kelâmında ne kadar mahir ve cerbezede olursa olsun, inandırıcı olamaz. Dâvâ adamı dâvâsının aynası ve yansımasıdır. Bir dâvâ adamının hayatının odak noktası idealidir. Onun his ve düşüncesi ideallerinin istikametinde yürür. Her mü'minin idealinde elbette iman ve Kur'ân'a hizmet etmek olmalıdır. Nur Talebelerinin de öncelikli idealleri iman ve Kur'ân hizmetidir. Bu kutsi hizmet, fedakâr insanlar ister. Son Osmanlı ulemasından olan Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi "İslâm bugün öyle fedakârlar ister ki, değil dünyasını ahiretini feda etmeye hazır olsun"2 demiş. Asrın müceddidi Sad Nûrsî hazretleri, "Umumun malûmu olsun ki: İki elimde iki hayatımı tutmuşum, iki hasım için iki meydan-ı mübarezede iki harp ile meşgulüm. Tek hayatlı olan adam meydanıma çıkmasın. (Eski Said Dönemi Eserleri Münâzarât, 2013, s. 282)" diyerek dünyayı aşmanın muvaffakiyetin sebebi olacağını göstermiştir. Bir dâvâ adamının dâvâsından alıkoyacak her şeyi elinin tersiyle itmesini bilmelidir, ayağına dolanan hiçbir şeyin etkisinde kalmamalıdır. Merhum Bekir Berk,