Toplumu yönetme iddiasında olanlar şiddet içeren ifadeler kullanamaz

Toplumda şiddetin artış göstermesindeki en büyük nedenlerden birinin 'yönetenlerin dili'ndeki hakarete varan, şiddet içeren söylemler olduğuna işaret eden Saraç, "Ülkedeki siyasetçiler sorumluluklarını layıkıyla yerine getirmeli. İçinde bulundukları topluma örnek olmalılar" dedi.İstiklal Caddesi'ndeki terör olayında hayatını kaybeden vatandaşlarımıza, Irak'ın kuzeyine yapılan Pençe-Kilit Operasyonu'nda verdiğimiz şehitlerimize üzülürken diğer tarafta ortaya görülmemiş vahşet olayları çıktı. Konya Belediyesi Barınağı'nda, Mamak Barınağı'nda belediyelerin sorumluluğundaki hayvanlara yapılanlar toplumu ayağa kaldırdı. Kadınlara şiddet, çocuklara şiddet, hayvanlara şiddet, Meclis'te şiddet, sokakta şiddet, sosyal medyada tehditler, kısacası bu ülkede sanki şiddet duymadan yaşamak vatandaşlara haram oldu. Bugün Türkiye'de tepeden başlayıp her alana yayılan bu olayları, Sansür Yasası'nı, siyasi hakaret davalarını ve birçok başka konuyu 56 bin 944 üyesiyle "dünyanın en büyük barosu" olan İstanbul Barosu'nun 144 yıldır ilk kadın başkanı seçilen ve görüşlerini merak ettiğimiz Avukat Sayın Filiz Saraç'la konuştum. Açıklamalarını ben büyük bir ilgiyle dinledim, sizlerin de açıklamalarını ilgiyle okuyacağınıza inanıyorum.? Sayın Saraç, önce sizi bir kez daha kutluyorum, başarınızla gurur duyduk. İlk sorum; İstanbul Barosu'nun 144 yıl neden hiç kadın başkanı olamadı, neden ancak 2022'de bir kadın bunu başarabildiBenim seçimde söylemlerimden biri buydu; "Baro hak mücadelesi vermiş, İstanbul Barosu da 144 yıllık tarihi boyunca bu mücadelesiyle tanınmış bir meslek örgütü. Hem bunu söyleyip hem de temel bir hak olan eşitlik konusunda hiçbir kadın başkan çıkarmaması temel haklarla ilgili duruşuyla çelişiyor" dedim ve tabii ki Baro'da yıllardır verdiğimiz bir emek de var, bu emeği de takdir ettiler ve oy verdiler. Bir de şu an İstanbul Barosu'nda kadın avukat sayısı erkek avukat sayısından fazla.? Evet, kadın hukukçuların sayısının erkekleri geçmiş olması gerçekten bir gurur ancak neredeyse 1,5 yüzyıl içinde hiçbir başarılı kadın avukatın başkanlığı kazanmamış olması da her şeye rağmen "en adil olması gereken" barolarda şaşırtıcı değil miSanırım toplumdaki ve hatta dünyadaki "kadınların lider olmasında, başkan olmasında, yönetim kademelerine gelmesindeki sorunlar bütün kurum ve kuruluşlara sirayet ediyor. İstanbul Barosu kadın haklarıyla da ilgili mücadele veren bir baro, yıllardan beri yönetim kadrolarında çalışan kadınlar var ama dediğim gibi kadınların lider olmasındaki sorunları aşmak bütün kurumlarda zaman alabiliyor. Bu sene Türkiye'deki barolarda geçen dönemlere göre kadın baro başkan sayısı daha fazla; 13 kadın baro başkanı var.TOPLUMU YÖNETMEK İDDİASINDA OLANLAR, HAKARET VE ŞİDDET İÇEREN SÖYLEMLER KULLANAMAZLAR!Filiz Saraç, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Kamu Hukuku dalında yüksek lisans yaptı. 32 yıl kesintisiz olarak serbest avukatlık yapan Saraç, 6 yıl Yeditepe Üniversitesi'nde ders verdi. 2004-2006 yılları arasında İstanbul Barosu Başkan Yardımcısı, 2017-2021 döneminde Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yapmış, bir ay önce yapılan seçimde İstanbul Barosu'nun ilk kadın başkanı seçilmiştir. Kamu Yararını Savunma Derneği kurucusu ve onursal başkanıdır.SİYASETÇİLERİN ROL MODEL OLMA SORUMLULUKLARI VARDIR!? Türkiye'de şiddet olaylarının giderek azalması gerekirken hızla arttığını ve bu artışın siyasette de olduğunu görüyoruz. Rakip partiler arasında bütün kurumlarıyla bayağı şiddete dönüşen bir kavga var. Toplantılarda kavgalar, hakaretler izliyoruz. En üst düzey ülke yöneticileri parti liderlerine, milletvekillerine hakaret ediyor, davalar açılıyor. Öncelikle şiddet siyasette neden bu kadar arttı sizceŞiddetle mücadele topyekun bir mücadeledir, ülkede şiddetin artmasındaki nedenlerinden biri yönetenlerin dilinde de söylemlerin artık hoşgörüye dayalı değil de, hakarete varan, şiddet içeren söylemlere dönüşerek artması ve olağanlaşmasıdır. Aslında siyasetçiler, yönetenler üsluplarıyla, söylemleriyle yönettikleri topluma örnek olmak zorundadır, onlar böyle bir dil ve tavır kullandığı sürece topluma da sirayet ediyor ve olağanlaşıyor. Toplumu yönetmek iddiasında olanların toplumun iyiye gitmesi yönünde rol model olmak gibi bir sorumlulukları var, bunun da en önemli parçası şiddet yerine toplumda hoşgörüyü hakim kılmaktır, siyasetçiler sorumluluklarını yerine getirmek zorundadır.DEMOKRASİDEN NE KADAR UZAKLAŞILIRSA ŞİDDET DİLİ O KADAR ARTAR? Rakiplerine hakaret eden siyasetçiler gelecekle ilgili konuştukları zaman hoşgörüden, toplumu kucaklamaktan bahsediyorlar ama ertesi gün yine hakarete dönüyorlar. O zaman biz halk olarak ümitsizliğe kapılıyoruz, demek ki söylemlerle eylemler hiçbir zaman birbirini tutmayacak. Son olarak iki lider; Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener, içişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya hakaret davası açtılar. Toplum, seçime doğru ortamın daha da kötüye gitmesinden ürküyor.Aslında demokrasiden ne kadar uzaklaşılırsa şiddet dilinde o kadar artış olur, demek ki biz demokrasiden hızla uzaklaşıyoruz, hukuk devletinden uzaklaşıyoruz. Çünkü bir hukuk devletinde itirazı olanlar bunu hukuki zeminde dile getirirler, söylemleri için şiddet dili kullanıyorlarsa, hakarete başvuruyorlarsa demokrasi ve hukuk devleti çerçevesindeki yükümlülüklerinden uzaklaşıyorlar demektir. Bunun topluma yansıması da doğal olarak son derece olumsuz olacaktır.İstanbul'da 25 Kasım'da Taksim'e çıkmak isteyen 215 kadın gözaltına alındıKADINA ŞİDDETLE MÜCADELE GÜNÜ "KADINA ŞİDDET" GÜNÜNE DÖNÜŞTÜ!? 25 Kasım "Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü" ve bu yıl yine tam da o gün Anayasal hakkını kullanarak bir gösteri yürüyüşü yapmak isteyen kadınlar polis tarafından darp edildi, ters kelepçeyle gözaltına alındı, İstanbul'da TOMİS Yöneticisi Dilbent Türker'in bacağı kırıldı. Yani şiddetle mücadele günü "kadına şiddet" gününe dönüştü. Her yıl benzer olaylar, nasıl önlenecekAralarında avukat arkadaşlarımızın da bulunduğu kişiler basın açıklaması yapmak istemeleri nedeniyle gözaltına alındılar. Şiddet uygulayanlar değil de önlemek isteyenler gözaltına alınıyor. Kadınlara karşı böyle bir tavır içine girilmesi son derece büyük bir çelişki ve kabul edilemez. Sonuç itibarıyla 25 Kasım'daki söylem nedir; "Kadın cinayetleri dursun, kadına şiddet son bulsun"dur, bunu söyleyen kadınlara bu muamelenin reva görülmesini, dünyaca kabul edilmiş bir "kadına karşı şiddetle mücadele gününde" gösteri yapan kadınların ters kelepçeyle gözaltına alınmalarını açıklanamaz ve kabul edilemez buluyorum. Bir takım yaptırımlar uygulanacaksa şiddeti doğuran nedenlerle ve şiddet uygulayanlarla uğraşılmalıdır, buna "hayır" diyenlerle değil.KADINLARA "EVDE KAL, ÇOCUK DOĞUR" ROLÜNÜN BİÇİLMESİ ONU GÜÇSÜZLEŞTİRİYOR? İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılması da aynı kapsamda, polis Anayasal "toplantı ve gösteri yürüyüşü" hakkını kullanan kadınlara "talimatla" bunu yaparsa kadına her tür şiddet artar ve onu koruyacak sözleşme de olmayınca diğer demokratik ülkeler karışamaz. Nitekim artıyor; 2008'de 8 kadın cinayeti rakamı verilmiş, 2019'da 474 kadın, 2022'de Kasım'a kadar 327 kadın öldürülmüş, giderek azalacağına artıyor. Bunda mağdurdan yana olması gereken yargının suçlulara gereken cezayı vermemesinin etkisi yok muKadın cinayetlerinin arttığı açık, bunun sebebine baktığınız zaman; şiddetin haklısı, haksızı olamayacağına göre insanların çocukluktan itibaren şiddetin her türlüsünün kabul edilemez olduğu bilinciyle yetiştirilmesi gerekiyor, öncelikle bu bilinci veremiyoruz. İkincisi, kadının sürekli yardımcı rollerde gösterilmeye çalışılan, ekonomik olarak güçlendirilmesi, iş hayatına, toplumsal hayata katılmasını teşvik etmek yerine sürekli olarak evde oturmasını, çocuk doğurması ve bakmasını teşvik eden bir anlayış var. Bu, kadını ekonomik olarak güçsüz kılıyor ve toplumsal hayattan uzaklaştırıyor. Dolayısıyla, kadına bu rollerin biçilmesi ve güçsüz kalması da şiddetin nedenlerinden biri oluyor. Kadına karşı şiddeti önleyecek kararların etkin bir şekilde alınıp uygulanması gerekiyor. Şiddet maruz kalma ihtimali olan kadınlarla ilgili devletin koruyucu nitelikli tedbirlerini işler hale getirmesi gerekiyor, bunlar olmadığı sürece kadın kendini şiddete katlanmaya mecbur hissediyor. Oysa şiddete maruz kalması halinde ona destek verileceğini, tüm mekanizmaların anında devreye gireceğini hissetmesi gerekiyor. Kadınların katledilmesinden sonra da ceza alırken uygulanan gereksiz indirimler ve bu konuda savunmalarda sürekli "kadını sorgulatmaya" yönelik uygulamalar, cezasızlık hali kadına şiddet uygulayanları cesaretlendiriyor. Özellikle İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmış olması şiddet uygulayan suçluları cesaretlendirirken, kadınları da "devletin bile yanında olmadığına" dair bir düşünceye sevk ediyor, bunlar hep şiddetle mücadelede geri gidiştir.KADINLARIN KORUNMASI İÇİN ETKİN MEKANİZMALAR GEREKİYOR!? Peki, bu olaylar artık değişsin diyoruz ama nasıl değişecek sizceÖncelikle artık toplumda siyasetçilerin şiddet dilini kaldırması gerekiyor, kadınların güçlendirilmesi ve kadın ve erkeğin eşit olduğuna dair anlayışın toplumda yerleşmesi gerekiyor. Tüm kurum ve kuruluşların birbirleriyle irtibatlı olarak şiddete karşı topyekun hareket etmesi, alınan önleyici ve koruyucu tedbirlerin etkin şekilde uygulanması gerekiyor. Özellikle "uzaklaştırma" kararlarının uygulanmasında kadınların korunmasında son derece etkin mekanizmalar olması gerekiyor. Kadın katledilmişse bununla ilgili cezanın hemen etkin soruşturmayla yerine getirilmesi ve cezalandırmanın hukuk önünde derhal verilmesi gerekiyor. Az ceza verilmesi şiddet uygulayanları cesaretlendirici nitelikte oluyor ama bence en önemlisi kadının korunmasına ilişkin tedbirlerin anında alınıp sonuna kadar takibinin yapılmasıdır. O süreçte kadının maddi olarak çocukları yönünden de ihtiyaçlarının karşılanması gerekir.AF KARARLARININ TOPLUMUN VE MAĞDURLARIN VİCDANINI YARALAMAMASI GEREKİYOR!? Siyasetçilerin her seçim öncesi getirdikleri afların suçların artışına etkisi nedirGenel olarak suçlardaki cezasızlık hali ve sürekli olarak cezaların infazında kısa bir süre sonra verilen cezanın uygulanmaması suçlularda "Ben bu suçu işledikten sonra nasılsa kısa bir süre yatar çıkarım" güvenine sebep oluyor, bu da suçu teşvik sonucunu doğurur. Hukuk devletinde suçlar ve cezalarla ilgili konular siyasetin malzemesi olmamalıdır, bunlar seçim yatırımı malzemesi yapılacak konular değildir, uzun uzun düşünülmesi ve sonuçlarının dikkatle irdelenerek karar verilmesi, toplumun ve mağdurların vicdanını da yaralamaması gereken konulardır.ÇOCUK İSTİSMARI EN FAZLA ÖRTBAS EDİLMEYE ÇALIŞILAN KONULARDAN BİRİ? Türkiye'de toplu çocuk tecavüzleri bile örtbas edildi, o zaman Türkiye çocukları nasıl koruyacakÇocuk ihmal ve istismarı toplumun kanayan yaralarından biri. Çocuk kendini ifade edemeyebiliyor, bu nedenle çoğu baroda özellikle çocukların korunması anlamında çocuk hakları merkezleri var, hem de CMK dediğimiz sistem içinde çocuklara avukat atamaları yapılıyor. Biz hukukçular olarak elimizden geleni yapıyoruz, bu konu toplumun da en hassas şekilde çaba göstermesi gereken alan. Aile içinde, toplumda, eğitim kurumlarında görmezden gelinmesi önlenmelidir, kabul edilemez. Çocuk istismarı en fazla örtbas edilmeye çalışılan konulardan biri, bizim çocukları korumakla ilgili hem vicdani, hem toplumsal büyük bir sorumluluğumuz var, ilk yapılması gereken şey ihmal ve istismara uğrayan çocuğun devlet tarafından korunması ve bu olayların tespitinin yapılması, asla üstünün örtülmesine izin verilmemesidir. Çocuklar bir toplumun geleceğidir.BAROLARIN "MÜDAHİL OLMA" İSTEĞİ REDDEDİLİYOR!Kadın cinayetleri ve çocuk istismarlarında o dosyalarda sadece barolar değil, aynı zamanda insan haklarına işlerlik kazandırmalarıyla ilgili görev ve hakları olan meslek örgütleri bu dosyalarda müdahil olmak istiyorlar, bu müdahaleler "doğrudan zarar görmedikleri" gerekçesiyle reddediliyor, oysa toplum adına ve kadının çocukların korunması adına baroların yapmış oldukları bu çalışmaların tam tersine teşvik edilmesi gerekir. Mesela birkaç gün önce Dilara Yıldız'ın -Tuzla'da eski nişanlısı tarafından öldürülen kadın avukatın- duruşmasına Baro'dan pek çok arkadaşımız ve ben müdahil olarak katılmak istedik, izin verilmiyor, "barolar doğrudan zarar görmüyor o yüzden bu dosyalara taraf olamazsınız" deniyor ama Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı müdahil olabiliyor, yani burada direkt insan haklarını korumakla görevli olan ve hakları olan baroların katkısına destek olunması gerekirken talepleri reddediliyor, en büyük mücadeleyi bu dosyalarda katılma taleplerimiz kabul edilmediği için vermek zorunda kalıyoruz. Oysa toplum adına, vicdan adına katledilen kadınların veya istismara uğrayan ve sesini çıkaramayan çocukların haklarının savunulması kanallarının açık tutulması gerekir.Konya Hayvan Barınağı'ndaki