"Kız, şu anamın sandığındaki sararmış kâğıdı bi getirsene!"

Ben sonuna kadar okumak niyetindeydim. El yazısı kâğıdın başında "Şaban mahdumu Emin..." diye başlıyordu. Kocaman bir bakır tasla nefis ayran aşı geldi. İçindeki yarpuzlar, nane ve aşotlarının kokusu odayı dolduruverdi birden. Faik Çavuşlar'da kuymak yediğimden fazla acıkmamıştım, buna rağmen aştan da geri kalmadım. Özlemiştim çünkü o eski çocukluk günlerimi. Çok okumaktan yorulunca Mehmed'le güreşir, kafamızı toplardık. Ah bu oda bir dile gelse de anlatsaydı. Davette ısrar edince de kırmadım Dursun Ağayı. Sofraya oturur oturmaz arkadaşım Mehmed'in ruhuna bir Fâtiha-i şerife okudum gönderdim. Oradakiler de hislenmişti. Çorbalar kaşıklandıktan sonra bir lenger bulgur pilavı geldi, adeta tereyağı göllenmişti. "Aile biliyordu bunu pek sevdiğimi, demek onu düşünüp beni memnun etmek için yapmışlar..." dedim içimden. Şimşir kaşığı aldım tam uzatıyordum ki Dursun Ağa hanımına seslendi: "Kız, şu anamın sandığında olan sararmış kâğıt vardı ya onu bi getirsene. Hafız efendi hazır gelmişken okutalım" Hanımı, sanki elindeymiş gibi fazla vakit kaybetmeden eski bir kâğıt parçasını getirip beyine verdi. O da aynı hızla bana uzatıverdi. "Hafız efendi hele bir bak şuna" dedi, şimşir kaşığı eline aldı, "Bismillah" diyerek kulağı bende, gözü pilavda iştahla yemeye başladı. Arada sırada; "Hele ye hafız efendi, sonra bakarsın" diyordu. Ben meraktan olsa gerek sonuna kadar okumak niyetindeydim. El yazısı kâğıdın başında "Şaban mahdumu Emin..." diye başlıyordu. - Burada dedemin ismi yazılı. - He hafız efendi. Askere gidenleri uğurlarken yanında para yokmuş Emin Ağanın; galiba babamdan orada yazılı olduğu kadar Reşat altını alıp askere gidenlere hediye etmiş, unutulmasın ve sünnet-i şerife münasip olsun diye de oracıkta bu senedi yazıp imzalamışlar. - Peki dedem ödememiş mi borcunu Borcu olsaydı, mutlaka oğullarına söylerdi, onlar da bize der, herkes bilirdi. Ya da evde konuşulurdu.