Çaresizlik zordu vesselâm! Bunu yaşayanlar bilirdi ancak...

Şu büyük şehirde yalnız başına kalmış küçük bir çocuğun çaresizliği yürek yakıyordu. Şimdi ölmek istemiyordu... Dünyada yapabileceği daha çok iş vardı. Ve hiçbirini de henüz yapamamıştı. Zaman ise su gibi akıp gidiyordu. Sabah ezânlarıyla çıktığı eve dönmeye hiç niyeti yoktu. Dönse; anacığına ne diyecekti ki Sebeplere yapışıp işin üzerine üzerine gitmenin daha münasip olacağını düşünüyor, doğrusu; pes etmek istemiyordu. Anacığının, konu komşunun anlattığı hastalıkların, kaza, ölüm hadiselerinin çok tesirinde kalıyor, korkuyordu da... Kaybettim ben arkadaşı, Zehir etti tatlı aşı, Gözlerimin dinmez yaşı, Irmak gibi çağlıyorsun. "İşlerin başladığı, okulların açıldığı haftanın ilk günü, pazartesi Memurlar dairelerine, işçiler işine, talebeler mekteplerine Ya ben! Ben nereye gideyim Ah ah!" Derken aslında o çaresizliğine "ah" çekiyordu! "Ah!" Çekmek kolay, acıyı yaşamak ise pek zordu... Zordu çaresizlik vesselâm! Bunu yaşayanlar bilirdi ancak. İç âlemi, ruh dünyası acılarla yanıp kül olanlar bilirdi bir de! Yanmak, pişmek, kavrulmak içten içe ve sessizce olunca tesiri de derince oluyordu ve anlatılamıyordu da... Şu bulutlar uçup gider, Yazın bize gölge eder, Gece gündüz öyle niçin, İçin için ağlıyorsun. Açık, koyu gri bulutların sarıp sarmaladığı bu büyük şehirde yalnız başına kalmış küçük bir çocuğun çaresizliği yürek yakıyordu. "Benim gibi kaç çocuk var acaba Bitmek nedir bilmeyen kalabalıkta elbette kimse kimseyi tanımaz. Hiçbir yer, bu kadar değişik sesleri birbirine karıştırarak böyle bir uğultu çıkarmaz" diye iç geçiren Ali, uzaktan bir müddet Ömer'in gittiği mektebi seyretti. Dışı buz kesilse de içi alev alev yanıyordu. Yaşıtları sıcak kaloriferli sınıflarda tahsil görürken o soğukta ayakta kalmaya, ailesini içindeki sıkıntıdan