"Allahü teâlâ şifalar versin, kıymetli Jale Hanım"

Zavallı Saadet Hemşire, "Bu kız aklını mı oynattı ne" der gibi mahmur olmakla beraber şaşkın bakışla beni süzüyordu. Sırtında her zaman olduğu gibi beyaz önlüğü, başında süt gibi tertemiz ak başörtüsüyle "barış güvercinine" benziyordu. "Bir kadına beyaz örtüler bu kadar mı yakışırdı aman Allah'ım!" dedim içimden, gayr-i ihtiyari gülümsedim."Diyelim ki, ben zamane kızıyım, fakat o başka gezegenden mi gelmişti de niçin bu kadar farklıydık" diye düşünüyor ve bu aklıma gelenler, beni fazlasıyla rahatsız ediyordu. "Niçin Saadet Hemşire yerli kaya gibi sarsılmaz bir iradeye sahipti Uzun etek ve başörtüsünden dolayı rahatsız değil, hiç kompleks de yapmıyordu. Onda, bende olmayan başka ne vardı" Evet, elimi vicdanıma koyup düşündüğümde Saadet Hemşire benden büyük, bense çok küçüktüm, bu yaş büyüklüğü küçüklüğü meselesi değildi. Şahsiyet farkımızdan dolayı öyle düşünüyordum.İçimden başka bir tarafım da "Herhâlde zavallılığımı gördü onun için bana işkence ediyor. Hayatta bir tek düşüncesi varsa, o da ne yapıp edip beni ezim ezim ezip üzmek, ya da ebediyen kurtarmak..." diyordu.Beni uyandırdığını, korkuttuğunu pekâlâ görüyor ama farkına varmamış gibi davranıyordu Hemşire. "Ne sevimli ve sempatik hanım! Sabahlığı da, başörtüsü de, ses çıkarmayan beyaz terlikleri de ruh yapısı gibi ak pak..." Bu güzel hanımefendiye karşı olan hayranlığımı kendi kendime ifade ederken, o bir kelebek hassasiyetiyle karyolama yaklaştı, baş ucumda asılı duran cihazların göstergelerine göz attıktan sonra yeni serumu çengele astı. Çok neşeli görünen bir ruh hâli içinde bana döndü, hoş bir yüz ifadesi ve hemşire edası ile:"Allahü teâlâ kalıcı şifalar versin, kıymetli Jale Hanım..." dedi.Sonra, ayak ucuma oturup çantasını açtı. O kendi işini yaparken ben yorgunmuşum gibi davranıyordum. Hemşire, önce enjeksiyonu naylon ambalajından çıkardı, minnacık şişedeki sıvıyı çekti, kolumu oksijenli pamukla sildi,