Selefîlik

Selefîlik meselesi veya mezhebi günümüzde lehte ve aleyhte olarak çok konuşulur oldu. Ben de zaman zaman Selefîlik ve onun imamlarından biri olarak gösterilen İbni Teymiye ile ilgili çok sualler alıyorum. Öncelikle Selefîlik nedir, Selefiyye diye bir mezhep var mıdır, bunun iyi bilinmesi gerekmektedir... Her Müslüman şunu iyi bilmelidir ki, İslamiyet'te Selefiyye Mezhebi diye bir şey yoktur. Selef-i sâlihin vardır. Bunlar hadis-i şerif ile methedilen ilk iki asrın Müslümanlarıdır. Üçüncü ve dördüncü asırlarda gelen İslam âlimlerine ise Halef-i sâdıkîn denir. Bu şerefli insanların itikadına, Ehl-i sünnet ve'l-cemaat mezhebi denir. Bu mezhep, iman, inanış mezhebidir. Selef-i sâlihînin, yani Eshâb-ı kirâm ile Tâbiin-i izâmın imanları hep aynı idi. İnanışları arasında fark yoktu. Şimdi yeryüzünde bulunan Müslümanların çoğu, Ehl-i sünnet mezhebindedirler. Nitekim Ehl-i sünnet kitaplarının hepsinde, meselâ, çok kıymetli fıkıh kitabı olan, "Dürrü'l-Muhtar"ın şâhitlik kısmında, Selef ve Halef dedikten sonra; "Selef, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbiinin ismidir. Bunlara Selef-i sâlihîn de denir. Halef de, Selef-i sâlihinden sonra gelen Ehl-i sünnet âlimlerine denir" yazılıdır. Büyük âlim İmâm-ı Gazâlî, İmâm-ı Râzî ve tefsîr âlimlerinin baş tâcı olan İmâm-ı Beydâvî hazretleri, hep bu Selef-i sâlihînin yolunda ve mezhebinde idiler. Bunların zamanında türeyen bid'at fırkaları, ilm-i kelâma felsefeyi karıştırdılar. Hattâ imanlarının esasını felsefe üzerine kurdular. "Milel ve Nihal" kitâbında bu bozuk fırkaların inançları geniş anlatılmaktadır. Bu üç imam, bu bozuk fırkalara karşı Ehl-i sünnet itikadını müdafaa ederken ve onların sapık fikirlerini çürütürken, onların felsefelerine de geniş cevaplar verdiler. Onların bu cevapları, Ehl-i sünnet mezhebine felsefeyi karıştırmak değildir. Bilakis kelâm ilmini, kendisine karıştırılan felsefî düşüncelerden temizlemektir. Beydâvî ve bunun şerhlerinin en kıymetlisi olan Şeyhzâde tefsirinde hiçbir felsefî düşünce, hiçbir felsefî metot yokdur. Bu yüce imâmlara "felsefe yolunda idiler" demek, çok çirkin bir iftira olur. Ehl-i sünnet âlimlerine bu iftirayı ilk olarak, İbni Teymiye, "Vâsıta" kitabında yazmıştır. Hedef Ehl-i sünnet yolu ve büyükleri! Ehl-i sünnet itikâdını ortaya koyan şanlı peygamber efendimizdir. İman bilgilerini Eshab-ı kiram hep bu kaynaktan aldılar. Tâbiin-i izam da bu bilgilerini, Eshab-ı kiramdan öğrendiler. Daha sonra gelenler, bunlardan öğrendiler. Böylece, Ehl-i sünnet bilgileri bizlere nakil ve tevâtür yoluyla geldi. Bu bilgiler akıl ile bulunamaz. Akıl bunları değiştiremez sadece anlamaya yardımcı olur. Bir bakıma bunları anlamak, doğruluklarını, kıymetlerini kavramak için akıl lâzımdır. Hadis âlimlerinin hepsi, amelde dört mezhebin imamları ve itikatta mezhebimizin iki imâmı olan Mâtürîdî ve Eş'arî hazretleri de Ehl-i sünnet mezhebinde idiler. İki itikat imamımız sapıklara ve eski Yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış olan maddecilere karşı bu tek mezhebi savundular. Bu iki büyük Ehl-i sünnet âliminin zamanları aynı ise de, bulundukları yerler birbirinden ayrı idi. Dolayısıyla karşılarındaki hasımlarının da düşünüş ve davranışları başka başka oldu. Bu itibarla savunma metotları ve tenkitlerinin birbirinden farklı olması doğaldır. Ancak bu hâl, mezheplerinin ayrı olduğunu göstermez. Nitekim bunlardan sonra gelen yüz binlerle derin âlim ve veliler, bu iki yüce imamın kitaplarını inceleyerek ikisinin de, Ehl-i sünnet mezhebinde olduklarını söz birliği ile bildirmişlerdir. Ehl-i sünnet âlimleri, manaları açık olan nasları, zâhirleri üzere almışlardır. Böyle âyet-i kerimelere ve hadîs-i şeriflere açık olan manaları vermişler, zaruret olmadıkça tevil etmemişler ve manalarını değiştirmemişlerdir. Kendi bilgileri ve görüşleri ile bir değişiklik hiç yapmamışlardır. Sapık fırkalardan olanlar ve mezhepsizler ise, Yunan felsefecilerinden ve din düşmanı olan fen taklitçilerinden işittiklerine uyarak, iman bilgilerinde ve ibadetlerde devamlı değişiklik yapmaktan çekinmemişlerdir... Son üç asırdır özellikle misyonerler ile İngiliz İmparatorluğu'nun çalışmaları mezhepsizlik akımının iyice revaç bulmasını sağladı. Zaten bunların dinî fikir ve söylemleri de genelde İngiliz menşelidir. Bilhassa İslam dininin bekçisi, Ehl-i sünnet âlimlerinin hizmetçisi olan Osmanlı Devleti de zayıflayıp parçalanınca, mezhepsizler meydanı boş buldular. Ehl-i sünnet âlimlerine söz hakkı tanınmayan memleketlerde, meselâ Suudi Arabistan'da, yalan ve hilelerle, Ehl-i sünnete saldırmaya, İslamiyet'i içeriden yıkmaya başladılar. Suudi Arabistan'dan dağıtılan sayısız altınlar, onların bozuk fikirlerinin dünyanın her yerine yayılmasını sağladı. Pakistan, Hindistan, Mısır, Türkistan ve Afrika'da bunların tuzağına düşen, din bilgisi ve Allah korkusu olmayan bazı din adamları, onların bozuk fikir ve düşüncelerine destek olarak kitaplar ve makaleler kaleme almışlar ve konferanslarla gençlerin itikadını bozmak üzere her türlü faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bunun karşılığı olarak da yüksek mevkilere ve akıl almaz paralara kavuşmuşlardır. Bunların en büyük hedefleri, asırlardır Müslümanları bir arada tutan, itikat ve ibadetlerini bozulmaktan koruyan Ehl-i Sünnet mezhepleri ve mezhep imamları olmuştur. Diplomalı mezhepsizler! Mezhepsizler, düşmanlıklarını son derece sinsi ifadelerle gösterirler. Mesela bunların en önemli ifadelerinden biri sık sık mezhep taassubundan dem vurmaktır. Böylece Ehl-i sünnet itikadında olanları hep taassup içerisinde gösterirler. Kendilerinin ise taassuptan uzak olarak sadece Kur'ân'dan aldıklarını belirtir ve Kur'ân'da birleşmeleri gerektiğini yaldızlı ifadelerle