İstibdat, öyle mi Sayın Akşener!

Bu haftaki yazımda İbni Teymiye'nin yaldızlı ifadelerle anlatılan Moğollarla büyük cihadının(!) içyüzünü anlatacaktım. Ancak Gezi davası kararının verilmesi ile birlikte yapılan açıklamalar şimdilik o konuyu ertelememe yol açtı... Zira bu kararla ilgili yaptığı değerlendirmede bilhassa Meral Akşener'in ifadeleri çok tartışılacaktır ve hayatı boyunca da asla yakasını bırakmayacaktır. Osman Kavala ile ilgili verilen kararı ağır bulabilirsiniz. Ona bir şey diyemem. Ancak yargı uzun bir süredir görüştüğü davada Osman Kavala'yı seçilmiş hükûmeti devirmek yönünde girişimlerde bulunduğunu Gezi olaylarını organize ve sübvanse ettiğini ortaya koymuş ve neticede bu kararı vermiştir. Aslında Kavala'nın bu girişimleri bilinmeyen bir husus da değildi. Avrupa ve ABD'nin Kavala için seferber olması da bunun ayrı bir göstergesi idi. Dolayısıyla sadece cezayı yüksek bulmakla ilgili bir değerlendirme yapabilirsiniz. Oysa savunmalar bu yönde olmuyor. Ceza yüksek derken onu masum kılmaya kadar varan bir anlayış ortaya çıkıyor. Meral Akşener ise bu konuda açıklama yaparken mukayese yoluna saptı ve konuyu Sultan II. Abdülhamid Han dönemi ile özdeşleştirdi. Evet iki konu birbirine çok benzese de Akşener'in baktığı zaviyeden değil. Akşener'in açıklaması şu şekilde idi: "1908'de İstibdada karşı koyan ruh neyse Gezi de odur. Kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet..." Akşener, Türklerin hakanı ve Müslümanların halifesi Sultan II. Abdülhamid devrini istibdat olarak nitelerken ona karşı mücadele verenleri de Gezici tayfa ile aynı potada tutmakta ve kendisinin de onların yanında durduğunu Abdülhamid Han idaresine kahrolsun diyerek göstermektedir! Evet Gezici tayfa ile II. Abdülhamid Han'ı indirmek üzere gayret gösterenler bir bakıma aynı mihraklardan emir alarak hareket etmekteydiler. II. Abdülhamid Han'a Kızıl Sultan, devrine ise İstibdat diyenler o mihraklardı. Onların sözcüleri ise içerideki gafil veya hainlerdi. Aradan 113 sene geçtikten sonra Akşener'in bu minvalde cümleler kuracağını rüyamda görsem inanmazdım. II. Abdülhamid darbesinin arkasında kimlerin olduğu, yıllardır yapılan akademik araştırmalarla kesin bir biçimde ortaya konmuş bulunmaktadır. Tarih alanında doktora yapmış birinin bunları görmemesi bilmemesi imkânsızdır. Akşener'in bu ifadeleri, içinde başka kinleri taşıdığı intibaını vermektedir. Şu meşum elleri görün artık! II. Abdülhamid Han'ı tahtından alaşağı edebilmek için İngiliz, Fransız ve Alman siyasi tesiri açıktır. İngiliz Avam Kamarasında hem de Başbakanları bu arzusunu yüksek sesle bağırarak dile getirmekteydi. Tıpkı bugün de ABD Başkanı'nın seçilmiş Cumhurbaşkanımıza karşı verdiği çetin mücadeleyi takip edin ve benzerliğin hangi noktada olduğunu anlayın. Sultan II. Abdülhamid saltanatta iken en büyük mücadelesini bilhassa Filistin'den dolayı siyonizme karşı vermişti. Peki darbede Yahudi rolü var mıydı Yahudiler bu işin neresindeydi Aslında Hareket Ordusu Kumandanı Mahmud Şevket Paşa'nın Selanik'teki hareketinden önceki nutku ve işareti bu konunun izahı gibiydi. Zira daha başlangıçta, isyanın sebepleri araştırılmadan ve olaylar tahlil edilmeden hedefin padişah olduğunu net bir biçimde ortaya koyuyordu. Bu arada başta Mahmud Şevket Paşa olmak üzere Jön-Türk ve İttihadcı liderlerin kimliği, yetişmesi ve şahsiyetleri değerlendirildiğinde, hadisenin içerisinde Yahudi parmağını da görmek mümkündü. "Eşitlik, ilericilik ve kardeşlik" gibi yaldızlı sloganların arkasına sığınarak ve Avrupa'daki siyonistlerin ajanı gibi çalışarak Osmanlı'nın içten yıkılışını kolaylaştıran ve İsrail'in kuruluşuna zemin hazırlayan Jön-Türklerin, İttihat ve Terakkicilerin elebaşlarının hemen hemen tamamı Yahudi asıllıdır. Bunların büyük kısmı, Yahudi cemaatine bağlı, İbranice eğitim veren bu "Alliance Israelite Universelle" okullarında ders almışlardır. Öte yandan isyanın başlaması ile birlikte Selanik Meydanındaki toplantıda yapılan konuşmalar ana maksadı ortaya koyuyordu. Otuz bin kişilik bir kalabalık önünde; Yeni Asır gazetesi başyazarı Fazlı Necip Bey, müderris Recep, Avdül (Arnavutça), Tomak (Bulgarca), Emanuel Karasu (Türkçe ve İbranice), Nikola (Sırpça) ve Kurki Apono (Ulahça) tarafından nutuklar çekildi. Konuşmalar hep "silah başına arş İstanbul'a" diye bitti. Yine Mahmud Şevket Paşa'nın Yeşilköy'de toplanan birliklere yapmış olduğu konuşmada II. Abdülhamid Han'a söylediği şu sözler ise müthiş kinini ve bakış açısını ortaya koyduğu kadar aslında 31 Mart faturasını bir anda kendisine kestiklerini ve hazırlanılmış bir proje olduğunu da yansıtıyordu: "Kardaşlar! Yüz binlerce şühedanın kanı pahasına kazanılan meşrutiyetimizi mahvedip yerine yine istibdadı ikame etmek üzere İstanbul'da, o köhne Bizans'ın Yıldız burcunda ikamet eden baykuş, insan kanı emmekten, öksüz ve yetimlere gözyaşı döktürmekten mütelezziz olan haris, 600 senelik muhteşem, muzaffer bir milletin tarihini, ecdadının namusunu lekeleyen o insan kıyafetindeki canavar, İstanbul'da avcı taburlarını iğfal ettirmişti. Para mukabilinde namuslarını satan o alçaklar da sair muti askerleri cebren ve kahren isyanlara iştirak ettirmişler. Orada ne kadar hamiyetli kardaşlar, ne kadar genç mektepli zabitler varsa cümlesi birer suret-i feciyede şehit ediliyorlar Payitaht bizden, ordudan, imdat bekliyor. Vatan gidiyor, millet mahvoluyor. Ne duruyoruz Bizde cesaret, bizde hamiyyet yok mu İşte ben, tekmil servetimi ordunun masarrıf-i iftihariyyesine hayatımı, hayatımı da vatanıma feda ediyorum. Hürriyetin istihsali için benimle beraber İstanbul'a gidecek