Seçim sonuçları ile yüzleşmek

Seçimler ahlaki anlamda iyi ile kötünün, estetik olarak güzel ile çirkinin ya da mutlak doğru ile yanlışın rekabeti değil.Hele de Erdoğan'ın özellikle kampanya döneminde kurguladığı gibi hak ile batılın mücadelesi hiç değil. Dolayısıyla kazanan iyi, doğru, istikamet üzere olanı kaybeden de kötü, çirkin ve yoldan çıkmışları temsil etmiyor.Fakat bu, ortada bir başarı ve başarısızlık olduğu gerçeğini de değiştirmiyor. Günün sonunda seçimler bir sayım işi ve daha çok oy alan kazanıyor. 14 ve 28 Mayıs'ta Erdoğan kazanan taraf oldu. Kılıçdaroğlu ise kaybeden.Eğer seçimleri Kılıçdaroğlu kazanmış olsa idi ertesi gün Millet İttifakı'nın Türk siyaseti için ne kadar önemli bir kırılma noktası olduğunu, Kılıçdaroğlu'nun tüm itirazlara rağmen adaylıkta direterek ne kadar doğru bir karar verdiğini, kurguladığı ittifak ve geliştirdiği dil ile siyasette tabuları yerle bir ettiğini ve Türkiye'nin kimlik duvarlarını aşmasında tarihe geçen bir başarı sergilediğini okuyacaktık.Ama olmadı.Olmayınca en azından kaybeden tarafta sonuçla, sonucun sebepleri ile yüzleşme yönünde bir dinamiğin gelişmesi beklenir. Bunun için acele etmeye gerek yok. Siyaseten istediği başarıyı yakalayamayanların, bunu da genel eğilim ve çevrenin telkinlerini göz ardı etme pahasına yaşayanların süreci değerlendirmesi için önümüzde epey uzun bir süre var.Bu süreyi "ama neden dur bi dinle" mantığı ile gerekçe üreterek geçirmenin ne kaybedenlere ne de ilerdeki muhtemel alternatiflere bir faydası yok.O nedenle yalın bir şekilde muhalefetin kampanya sürecinde yapılan yanlışları, tek taraflı kararları, sorgulanamaz doğruları gözden geçirmesi ve zor olanla yüzleşmesi gerekiyor.Kılıçdaroğlu'nun en riskli aday olduğu bundan altı ay ya da bir yıl önce dile getirildiğinde hemen linç kılıcını kuşananların, muhtemel riskleri dile getirenleri mezhepçilikle suçlayacak kadar muvazeneyi vestiyere bırakanların sakin bir şekilde son altı ayı ve öncesini tekrar değerlendirmesi şart.Riskli aday olmak yanlış isim olmak anlamına gelmiyor elbette. Zaten daha önce Kemal Kılıçdaroğlu'nun Erdoğan'la yarıştığında kişisel özelliklerinin ötesinde tarihle ve kimliklerle yarışacağını belirtenler de CHP Genel Başkanı'nı kişisel olarak hedefe koymuyordu.Yolsuzluklara bulaşmamış olmak, CHP için en riskli süreçlerinden biri olan "helalleşme" çabası ile önemli bir bagajı tarihe havale etmek, öldürsen bir araya gelmez denilenlerin aynı masada buluşacağı zemini oluşturmak seçilmek için de en doğru isim olacağınız anlamına gelmeyebilir.Nitekim Kılıçdaroğlu'nun helalleşme stratejinin sonucu olarak biz bu seçimde başörtüsü konusunu tartışmadık. Evet, Erdoğan camilerde düzenlediği parti programları ile dini bir tartışma konusu haline getirdi ama en fanatik AK Partililer bile "CHP gelince kızlarımızın başlarını açacak" argümanını ferah ferah savunamadı.Gelecek, DEVA ve Saadet Partililer Kılıçdaroğlu kampanyası yaparken rahat rahat CHP'nin eski CHP olmadığını anlatabildiler.Ama yetmedi. Yetmedi çünkü meselenin bu çağrıları ve beklentileri aşan dinamikleri vardı.Eğer başka bir aday tercih edilse idi farklı sonuçlanabilecek bir seçimde aday tercihi nedeniyle çıkan sonuç, toplumsal dinamikler ve Erdoğan'ın sınırsız oportünizmi ile "yapacak bir şey yoktu" şeklinde açıklamaya kalkılırsa her sonuç için bir sebep üretmek pekala