Mahşerin üç atlısı (3) - Neden ve nasıl paslanırız

Bizi olması gerekenden daha hızlı ve daha kötü yaşlandıran temel üç sorundan biri de "oksidasyon" yani "paslanma" süreçleridir.Paslanma meselesini bu köşenin okurlarının yeterince bildiğini düşünerek kısaltılmış hatırlatma notlarıyla özetlemek istiyorum. Zira konu adeta dipsiz bir kuyu gibi. Ayrıca şu bilgiyi de hiçbir zaman unutmayalım: Oksidasyonpaslanma en az inflamasyoniltihaplanma ve glikasyonşekerlenme kadar önemli bir yaşlılık tetikleyicisidir. "Niçin paslanırız" sorusunun yanıtına gelince...İYİ BİLGİ 1NİÇİN PASLANIRIZ GÜNLÜK metabolik faaliyetlerimiz sırasında "atık madde" olarak sayılamayacak kadar çok sayıda "kararsız ve saldırgan SERBEST OKSİJEN RADİKALİ" üretiyoruz. Elektron eksikliği içinde kıvranan ve bu eksikliklerini tamamlamak zorunda olan bu metabolik ve kararsız yapılar hücrelerimizin hemen her yerine elektron çalmak için saldırabiliyorlar. Bu saldırılardaki amaçları ise aslında oldukça masum: Eksik elektronlarını tamamlayıp kararsız durumdan kararlı duruma geçmek istiyorlar. Ne var ki bu eksik elektronları tamamlama sürecinde neredeyse birer "elektron hırsızı" gibi davranarak bize zarar veriyorlar. Eksik elektronlarını hücrelerimizin duvarından, hücre içi organellerimizden, hücre çekirdeğinden hatta genetik materyalden çalma yoluna gidebiliyorlar. Serbest radikallerin bu amansız saldırıları ve bitip tükenmeyen hırsızlıkları, eğer zamanında ve yeterince önlenemezse hücresel yapılarımızın bütünlüğü bozuluyor. Bu yapısal bozuşma da onların hastalanmalarına -kronik hastalıkların çoğu bu şekilde meydana geliyor-, yıpranmalarına ve neticede de daha kısa ömürlü olmalarına yol açıyor. Kısacası "paslanmaoksidasyon" bizi kötü ve erken yaşlandırıyor, kronik hastalıklara zemin hazırlayabiliyor, neticede de hak ettiğimiz ömür süresini ciddi ölçüde kısaltabiliyor. İşin kötüsü bu canavarları sadece bedenimizde biz üretmiyoruz. Onlar bazen soluduğumuz havayla (egzoz dumanları!), bazen cildimiz yoluyla (kozmetikler!), bazen ilaçlarla, bazen de yiyeceklerle bedenimize girebiliyor. Peki, ne yapacağız Onlara teslim mi olacağız Tabii ki hayır! Paslandırıcı saldırılardan da bedenlerimizi bir ölçüde korumamız mümkün. Bunun yolu da öncelikle sıkı bir "ANTİOKSİDAN DAYANIŞMA BARAJI" oluşturmaktan geçiyor.Haberin DevamıHaberin DevamıİYİ BİLGİ 2ANTİOKSİDAN DAYANIŞMA NEDİRANTİOKSİDAN olarak bilinen pek çok can kurtaranımız var. Bunlar serbest radikallerin ihtiyaç duydukları elektronları onlara "gönüllü" olarak veren ve çoğu bedenimizde de üretilen doğal, savunma araçlarıdır. "ANTİOKSİDAN DAYANIŞMA SİSTEMİ"nin bir tür "SENFONİ ORKESTRASI" gibi iş gördüğünü de bilmeliyiz. Zira yandaki kutucukta başlıcalarını özetlemeye çalıştığım antioksidanlar hiçbir zaman tek başınasolo çalışmazlar. Kıymetli meslektaşım Dr. Mustafa Atasoy bu süreçleri şöyle açıklıyor: E vitamini, kararsız ve saldırgan serbest oksijen radikallerine yapısındaki elektronları vererek onları zararsız hale getiren önemli bir antioksidan. Ama bu görevi yerine getirdiği anda da E vitamininin kendisi bir anda bir çeşit öncü bir oksitleyicipaslandırıcı serbest radikal adayı haline geliyor. Aynı süreçleri antioksidan orkestrasının diğer üyeleri mesela beta karoten, mesela C vitamini de yaşıyor. Sistemin problemsiz işleyebilmesi için de bunların yeniden ve anında tekrar başlangıçtaki indirgenmiş şekillerine dönüştürülmeleri gerekiyor.Haberin DevamıİYİ BİLGİ 3GLUTATYONA GELİNCE...ANTİOKSİDAN orkestrasının patronu sayılan glutatyon ise bu süreçlere destek vermenin yanında hücre zarlarından elektron çalan serbest radikalleri direkt olarak da zararsız hale getirebiliyor. Ama onun da yine anında ve süratle bir başka antioksidan olan alfa lipoik asit tarafından yeniden indirgenerek "şarj" edilmesi lazım. Bu