'Sesler, işitin bizi de'

Bu hafta Kurgusal Düşünce yazılarına -mecburen- ara verip henüz yarısı olmasına karşın yılın edebiyat ve yayıncılık olayı olduğunu düşündüğüm çok önemli bir şairin çok önemli bir kitabına değineceğim (zaman geçirmemeliyim): Romanya kökenli bir Yahudi olan ve Alman diliyle yazan Paul Celan'dan Türk diline şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı şiir çevirilerini, barındıran "Sesler, İşitin Bizi de" adlı Everest Yayınlarından daha yeni çıkmış olan Cem Yavuz çevirisi muhteşem şiirler toplamı. Ülkemizde daha önce yarım yamalak ve çoğunlukla yanlış- ve keyfe keder seçilmiş şiirlerinden yapılmış çevirilerden tanıyorduk onu. Ben onu ilk kez 80'li yıllarda Mustafa Küpüşoğlu'nun editörlüğünde yayın yapan BFS Yayınlarından çıkan Oruç Aruoba çevirisinden okumuş ve tam anlamıyla çarpılmıştım. Daha sonra Adam Yayınlarının yayımladığı Ahmet Necdet-Gertrude Durusoy ile İş Bankası Yayınlarından çıkan Ahmet Cemal çevirilerinden de okumuştum. Aslına bakarsanız Aruoba ile Cemal çevirilerinin şairi daha "gerçek" yansıttığını hissetmiş, Necdet-Durusoy çevirilerinin ise çok başarısız olduğunu düşünmüştüm. Celan bu çevirilerin yansıttığının çok daha ötesinde iyi bir şair olmalıydı, şiirleri özensiz çevrilmiş olsa da şiirlerin özü çok kuvvetli olduğundan, çok deruni bir sese sahip olduklarını hissettirdiklerinden, neredeyse kekemeleşmiş, konuşma zorluğu çeken çok kederli bir şairin içe dönük sesini duyurduklarındandı bu. Celan, bu şiirlerin yansıttığından çok daha iyi bir şairdi, buna emindim. Cemal çevirini okuyunca bu konuda haklı olduğumu anladım. En son yayımlanan Cem Yavuz çevirileri ise bu inancımı çok daha fazla pekiştirdi.Aramızda ruh birliği ve kan bağı olduğunu kanımın akşında bile duyumsayabildiğim bu şair tam anlamıyla trajik olan yaşadıklarının ona yüklediği taşıması çok zor olan ağır bir yükün altında ayakta hayatta- kalmaya çalışan, kendi deyişiyle "Georg Büchner'in Lenz öyküsünden alıp yenilediği bir metaforla, kendisini 'ellerinin üstünde yürüyen', anlaşılmamış biri olarak tanımlayan", imkânsız olduğunu bilse de yine de şiir yoluyla diğer insanlarla, doğayla ve Varlık'la diyalog içine girmeye yeltenen (belki de heveslenen) yalnız hatta bir başına kalmış- bir kişiydi. (Tırnak içindeki alıntı, Cem Yavuz, Sunuş, s. 14) Bir şiirinde içinde bulunduğu bu çıkışsız durumu şöyle dışa vuruyordu: "O ellerinin üstünde yürüyenin yazdığı şey bu: O Isırgan-yazısını okumuş, Anlaşıl(a)mamış, ama başkalarını da tek anlayanın yazdığı."Şiiriyle ve elbette ki içinde yaşamak zorunda kaldığı dünyayla çıkışsız ve hatta umarsız ilişkisinin temelinde ne yazık ki- anne ve babasının annesi ensesine sıkılan bir kurşunla- bir Nazi toplama kampında öldürülmüş, kendisinin de bu kamplardan birine kapatılmış olmasının, ama en nihayetinde her şeye karşın "hayatta kalmış" olmasının ve bütün bunlarla birlikte yine de Yahudileri soykırıma uğratan bir milletin, yani "katilin dili"yle yazıyor olmasının gerçekliği var. Kurban, kendini ancak katilin diliyle ifade ve var edebiliyor. Bu nasıl da büyük bir çıkışsızlık ve trajedidir! Bu nasıl bir kapan kıstırılmışlıktır!Yine Cem Yavuz tarafından çevrilmiş olan ve yine Everest Yayınlarının basmış olduğu "Tedirgin Sohbet" adlı kitapta kurban Yahudi Paul Celan ile katil Nazi Heidegger arasındaki tedirginlik ve tereddüt dolu o tuhaf ilişki hakkında okumuştuk. 20. yüzyılın belki de en son büyük filozofu olan Heidegger kendi sanat ve şiir anlayışını Hölderlin ile Trakl'ın yanı sıra Celan üzerine yazdıklarıyla görünür kılmıştı. Heidegger'e göre Celan çok