Televizyon tarihinin en iyi dizisi

Televizyon tarihinin en iyi dizisinin ne olduğu ne zaman gündeme gelse aynı üç-dört isim zirve için yarıştırılır. "The Sopranos" ilk kez anti-kahramanı ana karakter olarak kullandığı, "The West Wing" senaryosunun mimari kusursuzluğu, "The Wire" belgeselcilikle kurguyu birleştirebildiği için çığır açmışlardır. Bir başka anti-kahraman dizisi olan "Breaking Bad"i de bu listeye koyanlar olur; şimdiyse bu dizinin içinden çıkan "Better Call Saul"un daha iyi olduğunu bile iddia edenler var. Sıralama aşağı yukarı böyledir ama pek az kişinin ilk beşinde "The Good Wife" vardır. Hatta ilk 10'da bile olmayabilir. Halbuki 2009-2016 arasında Amerika'nın en muhafazakar ana akım televizyon kanalı CBS'te Pazar geceleri yayınlanan bu diziyi izleyip de beğenmeyeni daha görmedim. Bugünlerde diziyi baştan sonra ikinci kez aynı heyecan, merak ve hayranlıkla izlerken bunun nedenini merak ediyorum. Geleneksel olarak televizyon dizilerinin formülü izleyiciyi bir sonraki bölüme taşımak, bir hafta boyunca merak içinde tutup ekran başına kilitlemekse "The Good Wife" bunu en iyi yapanlardan biri. Bir oturuştura beş bölüm izlemek bile mümkün, hiç sıkılmadan. Bu başlı başına bir haslet değil, izleyiciyi bir sonraki bölümü izlemeye mecbur bırakacak kadar olta atan çok dizi var. Ama "The Good Wife"ın sırrı bilindik formülleri uygularken kalite çıtasını yukarıya çıkarabilmesi, karakterleri izleyicinin hayatının bir parçası haline getirebilmesi ve yıllar sonra bile hatırlanabilmesi. Başyapıt değil, ama olabilirmiş. AŞK ÜÇGENİ VE HUKUK "The Good Wife"ın temel problemi ana akım bir kanalda yayınlanmış olması. Belli ki yöneticiler dizinin yapımcılarına çok fazla karışmışlar başta. "Seinfeld"de de Jerry ve Elaine'in birlikte olmaları için tutturmuşlardı. "The Good Wife"tan da başta beklenen formüle uymalarıymış: Aşk üçgeninin ortasında kalan bir kadın ve çalıştığı hukuk firmasının baktığı ilginç davalar. Birçok benzeri olan bu tutan formülün farkı dizinin yaratıcıları Robert ve Michelle King çiftinin (The Kings) ezberleri bozmaları, kendilerine verilen alanın sınırlarını zorlamaları. Dizinin ortaya çıkışı Amerika'daki bilinen siyasi skandallara dayanıyor; bu skandallarda ortak tema kocalarının saçmalıkları yüzünden kamuoyunda eşlerin de bedel ödemek zorunda kalmaları. Bazıları kocasının yanından ayrılmıyor. King'lerin de en çok ilgisini çeken kuşkusuz Hillary Clinton. Hayatın sanatla arasındaki çizginin bulanıklaştığı anların biri olsa gerek, hack'lenen yazışmalarında bizzat Clinton'ın yardımcılarından her hafta bir saat bu diziyi izlemek için vakit bulmalarını istediği ortaya çıkmıştı. "The Good Wife"ın iyi eşi Alicia Florrick de onu aldatan kocasının yanında duruyor, elinde ne varsa kaybediyor, yeniden başlıyor ve kocasıyla üniversitedeki aşkı arasında kalıyor. (80'lerdeki magazin basını dili hala yaşıyor olsa dizinin adının "İyi Karı" diye tercüme edileceğine eminim.) Aşk üçgeni ve ilginç davalar her zaman televizyonda iş yapar. Ama "The Good Wife" dizi değil de gerçek sanki. "Ally McBeal"deki avukatların tanrıya dava açan müvekkilleri vardı, ama King'lerin hayali Lockhart Gardner hukuk bürosuna gelen davalar senaristlerin hayal gücüne değil gazete haberlerine, Amerika'da çok tartışılan davalara dayanıyor. Dizi bir hukuk firmasında geçtiği için bu davaları da avukatların bakış açısından takip ediyoruz, ama kusurlu, yanlış yapan, zaman zaman hukuktansa parayı ön planda tutan, en önemlisi de her davayı kazanamayan avukatlar bunlar. Süper kahraman olmadıkları için daha inandırıcı ve gerçekler. Dizide kurguyla gerçeğin birbirine karışmasını bizzat yaşadım. İlk izlediğim yıllarda Washington'da bir lokantada tanıştığım bir avukat kadının "The Good Wife"ın ana karakterlerinden Diane Lockhart olduğuna emindim. Bazen Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala'yı Lochart Gardner temsil etse çoktan özgürlüklerine kavuşurlarmış gibi geliyor. Geçenlerde de bir arkadaşımla hukuki bir meseleden bahsediyorduk, "Beni Alicia Florick savunacak,"