Devletin ve toplumun selametini öncelemek

Hasan-ı Basrî (rahimehullah), önceki yazımızda bir kısmını naklettiğimiz kaderle ilgili görüşlerini şöyle tamamlamıştır: "Ayrıca kul, fiillerini ilahî takdirin sevkiyle gerçekleştirmiş olsaydı itaat edeni övmek ve asiyi yermek anlamsız kalır, dua etmenin veya başarılı olmak için herhangi bir eyleme geçmenin tesiri umulmazdı. Allah'ın meydana gelecek olayları önceden bilmesi insanları belli fiilleri işlemeye sevk etmez. Kaza ve kaderle ilgili nassların dikkatli bir şekilde incelenmesi hâlinde bunların kulların belli fiilleri kendi iradeleriyle yaptıklarından dolayı cezalandıracağını beyan ettiği görülür. Cebir görüşünü savunanların Hz. Peygamber'e atfettikleri rivayetlerin gerçek olması mümkün değildir. Sonuç olarak günah işleyip bunu kaza ve kadere bağlamak Kur'an'a aykırı bir inanç olup Allah'a yapılmış bir iftiradır."Bu anlayış içerisinde, "Dönemindeki dini yaşamın merkezinde yer alan Hasan el-Basri, devrinin siyasi olaylarına yabancı kalmamış, çeşitli vesilelerle halife ve valileri uyarmıştır. Bununla birlikte İbn Eş'as'ın isyanı dâhil, Emeviler'e karşı girişilen ihtilal hareketlerine katılma davetini reddetmiş, münkerin şiddet yoluyla değiştirilmesine karşı çıkmıştır. Mutedil olmaya özen göstermiş ve idareye karşı ayaklanma teşebbüslerini onaylamamıştır." (Tarihte Müslümanlar, Edt.: İrfan Aycan, Otto Yayınları) Verdiğimiz örnekler itibariyle kendi zamanının din- siyaset iktidar ilişkilerinin tam ortasında yer almasına rağmen Hasan-ı Basrî'nin zühdü hayat biçimi olarak seçmesinin, kendisinden sonra esasları daha da netleşecek olan Ehl-i Sünnet akımına önderlik etmesinin nedenlerini ise Hücvirî'nin verdiği şu örnekten anlamamız mümkündür: "Hikâyât'ta görmüştüm. Bedevinin biri ona gelmiş ve sabrın ne olduğunu sormuştu. Bedeviye şu cevabı vermişti: 'Sabr iki nevidir. Biri bela ve musibetler içinde iken gösterilen sabır'. Bedevi, 'Ama sen zahidsin, ben senden daha zahid ve daha sabırlı birini görmedim', dedi. Hasan-ı Basrî, 'Ey bedevi, benim zühdüm tümü ile rağbet, sabrım tamamen sızlanmadır', dedi. Bedevi, 'Ne demek Bu sözü bana izah ediniz, çünkü itikadım alt üst oldu', dedi. Hasan-ı Basrî ona 'Musibet ve taattaki sabrım, Cehennem ateşinden korktuğumu ifade etmektedir. Bu ise sızlanmanın ta kendisidir. Dünyaya karşı zahid ve isteksiz olmam, ahirete karşı ragıp ve istekli olmamdan başka bir şey değildir. Bu da rağbetin ta kendisidir. Nasibini ortadan alana (yani Cehennem ve Cennet için sabretmeyene) ne mutlu! Bu suretle bu durumdaki kimsenin sabrı halis muhlis Hakk Celle Celâluhü için olur, Cehennem korkusundan dolayı olmaz. Zühdü, mutlak surette lütfu bol olan Hakk için olur, Cennete ulaşmak için değil. Sıhhatli ihlasın delili işte budur." Hücvirî, Keşfu'l-Mahcûb Hakikat Bilgisi, Haz.: Süleryman Uludağ, Dergah Yayınları) Bu bilgilerden ve ilgili değerlendirmelerden görülen odur ki, 'seyyidü'l-fityân' Hasan-ı Basrî, düşünüş