Dünya Kupası, millî kimlik ve özgüven

Sporun her dalının siyasetle, kimlikle ve özellikle de millî kimlikle bir ilişkisi olduğu kesin. Bu özellikle uluslararası organizasyonlarda daha da ön plana çıkıyor. Dünyanın yüzyıllardır milletler mücadelesine dayanan sisteminin en barizleştiği anlar da spor turnuvalarında ortaya çıkıyor. Naim Süleymanoğlu'nun Türkiye'ye kaçırılmasının ve Türkiye adına yarışmaya başlamasının Bulgaristan sınırları içerisinde kalmış Türklerin yaşadığı zulmün sona ermesinde ve Türkiye'nin dış Türkler politikasındaki artan gücünde etkisi olduğu kesin. Yine hem 2. Dünya Savaşı öncesinde hem de Soğuk Savaş döneminde sporun oynadığı rol malum. Spor adeta devletlerin bir yumuşak güç unsuru ve milletlerin millî kimliğini tahkim eden önemli bir güç. Buna bokstan güreşe, atletizmden basketbola kadar pek çok örnek vermek mümkün. Özellikle etki gücü ve seyredilme oranı bakımından futbolun ağırlığı bu bakımdan tartışılmaz. O kadar ki Honduras ve El Salvador aralarındaki futbol maçı sonrasında başlayan olaylarla savaşa girmiş ve savaş neticesinde 2100 kişi hayatını kaybetmişti. Yugoslavya İç Savaşı'nı başlatan esas kıvılcımı çakan olayların başında da 1990 yılında oynanan Dinamo Zagreb - Kızıl Yıldız maçı geliyordu. Maç öncesi ve maç sırasında futbolcuların bile karıştığı kavgalar Sırp - Hırvat çatışmasına dönüşmüş ve iç savaş başlamıştı. Yani futbol asla sadece futbol değil. Öyle sonradan futbol yazarlığına merak salan 2. sınıf liberal sol yazarların anlattığı gibi siyasetten, milletler ve devletler mücadelesinden kopuk da değil. Tam tersine bunların her birinin sergilendiği, iyisiyle - kötüsüyle bir mücadele alanı. Bu da hayatın her alanı gibi normal bir durum. Bugünlerde Katar'da oynanmaya başlanan Dünya Kupası da açılış seremonisinden maçlara kadar bunları tekrar düşünmeme yol açtı. Öncelikle Dünya Kupası'nın ev sahibi Katar'ın düzenlediği açılış seremonisinde Morgan Freeman'ın Kur'an'dan Hucurat Suresi'nden okuduğu ayetle başlaması tüm dünya Müslümanlarının gönlünü fethetti. Üstelik Katar'da Batılılar karşısında ülkelerinde ayet okunmasından utanıp buna tepki gösterecek aşağılık kompleksli tipler de çıkmadı. Yine geleneksel kılıç dansları da Katarlıların kendi kimliklerini özgüvenle, gururla sergilemeleri bakımından mühimdi. Neticede orada sırf Batılılara şirin görünmek için Batılıların karşısında opera söyleyecek taklitçi müstemleke Beyazları da bulunmuyordu. Maçların başlamasıyla birlikte benzeri dikkat çeken sahneler yine yaşandı. Danimarka- Tunus maçında ataları olan Vikinglerin boynuzlu başlıklarıyla tribünleri dolduran Danimarkalı taraftarlar ve karşı tribünde geleneksel fesleriyle oturan Tunuslu seyirciler ekrana geliyordu. Yine benzeri sahneler tüm o küresel kültürel hegemonyanın moda dayatmasına rağmen geleneksel