Avrupa'nın bağımsızlığı ve ABD vesayeti

İsrail-Filistin meselesinde bir süredir başta Almanya olmak üzere Avrupa devletlerinin çoğunun İsrail'in arkasında hizalanmasını tartışıyoruz. Kuşkusuz bunda bu devletlerin bazılarının "Holokost cenderesi"nden geçmelerinin yani kendilerini Yahudilere ödemekle bitmeyen bir diyet borcu altında ezilmiş olarak hissetmelerinin önemli payı bulunmakta.

Yine aynı şekilde Avrupa'nın çoğu ülkesinde medyadan akademyaya, finanstan kültür-sanata ve siyasete kadar Yahudi lobilerinin gücünden de bahsetmek gerekmekte. Yalnız burada yeterince bahsedilmeyen ve belki de en belirleyici olan hususun bir hegemonya meselesi olmasıdır. Bu hegemonya meselesinin iki boyutu bulunmaktadır. Birincisi Avrupa'nın tarihsel, kültürel ve siyasal olarak kendisini Batılı emperyalist çerçevede tanımlamış olması ve bu tanımlamanın emperyalizmin patronajı kimde olursa olsun değişmemesidir.

Bu hegemonya meselesinin ikinci ve esas konuşulması gereken boyutu ise Avrupa devletlerinin önemli bir kısmının kendi bağımsız iradelerine ne kadar sahip olup olmadığı meseledir. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batı Avrupa'nın büyük kısmında (biraz da Avrupa'yı Nazilerden kurtarmış olmanın getirdiği bir askerî, siyasal ve psikolojik üstünlükle) ABD vesayeti teşkil edilmiştir. Soğuk Savaş'ın ve Sovyetlerin Avrupa'nın doğusunu tahakkümü altına almasıyla Batı Avrupa NATO'nun da etkisiyle ABD hegemonyasına rıza gösterecek duruma gelmiştir. Burada unutulmaması gereken şey ise meselenin bir rıza-hegemonya ilişkisini aşacak boyuta neredeyse bir bağımsızlık meselesine evrilmiş olmasıdır.

Pek çok Avrupa devletinin siyasal, bürokratik kadrolarından istihbarat servislerine, ordularına, medyalarına ve sermayelerine kadar birçok kritik alanda ABD'nin gizli veya açık unsurlarının etkili olmasıdır. Bu noktada elbette akla ilk gelen örnek Almanya'dır. Almanya İkinci Dünya Savaşı'nda işgal edilmiş, doğusu Sovyetler tarafından yutulmuş batısı ise ABD'nin anayasasından eğitim müfredatına, siyasal ve idari yapısına kadar inşa edip iktidarını kurduğu bir ülke konumuna indirgenmiştir. 3-D kuralıyla "denazifikasyon, desentralizasyon, demilitarizasyon" (Nazisizleştirme, ademimerkeziyetçilik, ordusuzlaştırma) süreçlerine bizzat ABD tarafından tabi tutulmuştur.

Son Ukrayna-Rusya Savaşı da bu durumu yeniden tahkim edecek bir süreci ortaya çıkarmıştır.

Diyelim ki Almanya işgal edilmiş ve işgalciler tarafından yeniden kurulmuş bir ülke, peki ya diğerleri İngiltere'yi bu noktada ayrı bir yere koymak gerekiyor. ABD ile ilişkileri ne kadar iyi olsa da ABD vesayetine girmeyecek bir emperyal geleneği devam ettiriyor. Fransa da İngiltere kadar olmasa da Soğuk Savaş döneminden itibaren ara ara ABD vesayetini karşısına alabilmiştir ama yine de ABD hegemonyasını belli biçimlerde hissetmektedir.