Küresel refah ve barış için Batı'dan medet umulmaz

Dünya insanlık dramı için Batı'nın aksiyon almasını bekliyor. Ancak onlar ikiyüzlülüler... 12-13 milyon Afrikalıyı köle olarak yurtlarından eden, 200 bin Cezayirliyi katleden, 1995'te Srebrenitsa'daki soykırıma ses çıkarmayan, Irak'ın işgaline göz yuman ülkeler bunlar...

2008'deki küresel finans krizinden bugüne kadar yaşanan gelişmelerle 1929'daki Büyük Buhran sonrasındaki dönem arasında birçok benzerlik var. Bire bir benzeştikleri iddia edilemez. Koşullar, kısıtlar ve güç dengeleri farklı. Ama çok fazla örtüşen nokta olduğu da bir gerçek. Finansal krize karşı verilen yanlış politika reaksiyonları, bunun sonucunda artan eşitsizlikler, popülist siyasetin yükselişi, korumacı duvarların örülmesi, patlak veren jeopolitik çatışmalar ve savaşlar... Son üç-dört yıllık periyot, 1970'lerle de benzerlik taşıyor. Ne yazık ki, tüm bu benzerlikler, insanoğlun geçmişte yaptığı hatalardan dersler çıkarmadığını gözler önüne seriyor. Aynı hatalar sürekli tekrar ediliyor.
Gazze'de yaşanmakta olan katliam da bu tekrarlanan hataların bir yansıması. Dünya, bölgedeki insanlık dramının son bulması ve Filistin meselesinin adil biçimde çözülmesi için Batılı gelişmiş ülkelerin aksiyon almasını bekliyor. Ancak onlar, tüm dünyanın gözünün içine baka baka yalan söylemekten, iki yüzlü davranmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Dünyanın medet umduğu ülkelerin kirli geçmişlerine baktığımızda bu sonuca neden şaşırmamak gerektiğini hatırlıyoruz. 16. yüzyıldan 19. yüzyılın sonlarına kadar 12-13 milyon Afrikalıyı köle olarak yurtlarından eden, Cezayir Bağımsızlık Savaşı'nda en az 200 bin Cezayirliyi katleden, 1995'de Srebrenitsa'daki soykırıma karşı üç maymunu oynayan, Irak'ın işgali sırasında resmi rakamlara göre 300 bin kişinin canına giren ülkelerden söz ediyoruz. Bunlar resmi rakamlar, gerçek kayıpların bundan çok daha fazla olduğuna şüphe yok.
GÜÇ FARKINI KAPATMADAN...
İslam dünyasının yanı sıra, konuya daha duyarlı ve sağduyulu yaklaşmaya çalışan diğer bazı ülkeler, akan kanı durdurmak için diplomatik kanalları zorlasalar da yeterli ilerleme sağlanamıyor. Bu ülkelerin ekonomik, askeri, siyasi ve kültürel gücü sürece etki etme noktasında yetersiz kalıyor. Bu noktada şu sorular akla geliyor: Küresel güç dengesini değiştirebilecek kadar ekonomik katma değer ve teknoloji üretebiliyor musunuz Savunma sanayiniz karşınızdakileri caydıracak kadar gelişmiş mi Finansal sermayeniz karşı tarafın kararlarına nüfuz edebilecek derinliğe sahip mi Bilim insanlarınız, yazarlarınız, sanatçılarınız, gazetecileriniz ve sivil toplumunuz siyasi atmosferi değiştirebilecek etkiye sahip mi Dünyanın her köşesinde insanların doğru bilgiye ulaşmasına ön ayak olacak bir medya gücünüz var mı
İslam dünyası ve bazı duyarlı ülkelerin yukarıdaki sorulara kendilerinden emin biçimde olumlu cevaplar veremediği noktada çözüm üretmek zorlaşıyor. Batıdan, Filistin başta olmak üzere dünyanın çeşitli coğrafyalarındaki zulmü engellemesini beklemek, en kibar tabirle naiflik olur. Bunu hiçbir zaman yapmadılar ve gelecekte de yapmayacaklar. Küresel çaptaki mevcut güç eşitsizliğini dengeleyici yönde güçlü adımlar atmak gerekiyor. Türkiye bunu sağlamaya aday ülkelerden biri. Ama yukarıda saydığımız alanlarda Türkiye'nin sert ve yumuşak gücünü artırması için biraz daha fazla mesafe kat etmesi şart. En başta ekonomideki kırılganlıkları azaltıp kalkınmamızı hızlandırmalıyız.