Son Eylül: Metin Münir ve Hıfzı Topuz

"Türkiye'de iki hafta geçirdikten sonra döndüğümde, adada beni Eylül karşıladı. Kapının koluna örümcek ağ örmüştü" diyordu sevgili Metin hayatının son Eylül'ünü anlattığı yazılarından birinde ve şöyle devam ediyordu:

"Düşünmeden edemedim. İki hafta değil de iki yıl evden uzak kalsaydım ne olacaktı Örümcekler evi ağdan bir paketin içine mi alacaklardı

Ürkütücü....

Eylül ayakkabılarını çıkarmış bahçeme sessizce girmişti. Ne inşaat gürültüsü vardı, ne traktör, ne köpek havlaması.

Göçmen kuşlar göçmüş, ağustosböcekleri susmuştu. Bahçe kapısının önünde cümbüş yapan serçeler bile ortalıkta yoktu. Yuvaları evimin kiremitleri arasındadır. Nereye gitmiş olabilirler"

Alın size işte Eylül hüznünü ve tenhalığını iliklerimize dek hissettiren, müthiş edebiyat lezzeti olan satırlara bir örnek.

"Türk basının yetiştirdiği" diyemeyeceğim... Metin Münir "Türk basınının hoyratlığına, sertliğine ve acımasızlığına rağmen" temayüz edebilmiş istisnai yeteneklerden biri oldu.

Bayağı bildiğiniz Rus romancıları gibi yazardı. Ne ki 2000'ler sonrası Türk medyasının tutunacak dal bırakmayan savrulmaları sürecinde, Metin de- zengin birikimine karşın!- kendisine yer aramak zahmetinden vazgeçti. Köklerine ve Kıbrıs'a döndü. Oradaki yerel gazetelerden birinde iç-dış politikanın şartlamalarından azade, hayatının en güzel yazılarını yazdı.

Onu ben hep hiç kaçırmadan izledim. Belli aralıklarla da mesajlaşırdık.

O bana anılarımı okumak istediğinden dem vururdu. Ben ona Kıbrıs Diyalog Gazetesi'ndeki yazılarının asla kaybolmaması ve basılması gerektiğini söylerdim...

Gönderdiğim son mesajlardan birinde bir defa daha "Yazılarına bayılıyorum" dedim."Onları bir kitapta toplamalısın. Büyükada'ya sonbahar geldi bile. Begonviller soldu. Bu yazın başlamasıyla bitmesi bir oldu. Her yazımız, bir öncekinden artık daha hızlı, çabuk geçiyor sevgili Metin".

Bu son mesajıma çok kısa ve öz; "Köşe yazılarımı basacak bir yayınevi bulabileceğimi sanmadığım için hiç aramıyorum" yanıtını vermişti. Oysa böyle bir yayınevi illa ki bulunmalı. Bu muhteşem yazıların izi, sadece gazete arşivlerinde onları arayıp bulan okurların belleğinde kalmamalı.

YAŞAMIN ALEGORİSİ

Metin'in bahçesi gerçekte salt bir bahçe değil, "yaşamın alegorisi" idi.

Yaz başında kaleme aldığı Sürgün yazısında unutmuyorum şöyle demişti:

"Geçen gün eski yazılarımı okuyarak birkaç saat geçirdim ve o günlerdeki kendimden artık ne kadar uzak olduğumu düşündüm.

Artık o yazılar gibi yazılar yazamam, çünkü çadırını söküp yola koyulmuş bir göçer gibi uzaklaştım eski kendimden.

Uzaklaştığım yerler de kendilerinden uzaklaştı. Yaşadığım yer, birlikte olduğum insanlar, yemek yediğim lokantalar, saçımı kesen berberler, elbiselerimi satın aldığım dükkânlar, içinde yürüdüğüm korular, deniz kenarları, bir yakadan diğerine götüren tekneler, yazdığım gazeteler artık yok veya benim gibi, o kadar değiştiler ki başka oldular.

Geri dönsem onları tanıyamayacağım, onlar da beni. Başka bir şey daha oldu. Gelecek de değişti. Geleceğin dünya(sını) altüst edecek iki kesinlik var: İklim felâketi ve Yapay Zekâ.

Bu iki şey arasında ben, ona dönülmesi mümkün olmayan geçmiş ile yaprak çıkaran ağaç gibi kesinlikler kazanmış olan gelecek arasında asılıyım. Uçmuyorum, sallanmıyorum, bir yere gitmiyorum, yere düşmüyorum.

Sürüncemedeyim.

Bunlar beni biraz şaşırtıyor ama tedirgin etmiyor.

Şaşırtıyor, çünkü beni bohçalayan değişikliklerin bu kadar çok ve köklü olmasını beklemezdim.

Tedirgin etmiyor, çünkü insanın başına gelecek olan hiçbir şeyi değiştirecek güce sahip olmadığını çoktan öğrendim."