Sorunları avucuna alırsan küçülür

Çağla'yla bahçede oturuyoruz. Tembel bir yaz günü."Terapi ne güzel bir şey keşke herkes bilse, keşke herkes gidebilse" diyor. "Bence de" diyorum. Sokrates gibi, sorular soruyor, içinde cevaplar arıyorsun. Cevabından da yeni bir soru doğuyor. Cevapları bırakıp, sorulara bakmaya başlıyorsun. Sonra daha da güzel bir şey oluyor, sen de kendine soru sormaya başlıyorsun. Kendi hallerinle bir oyun başlıyor. Hayatta takılıp düştüğün çoğu cümlenin, iki soruluk canı var. Hemen alırsın eline, dikersin üzerine gözlerini. Atarsın kenara dikenlileri batmaz bir daha. Başka nasıl ayıklanır ki bunca ayrıkotuTerapinin ne de güzel bir şey olduğundan, nasıl kapıları açıp içimizi havalandırdığından, ayaklarımızı yere koyup, saçlarımızı okşadığından, elimizden tutup karşıya geçirip, sonra nasıl dondurma ısmarladığından ve kanayan dizlere pansuman yapıp, tekrar nasıl çocukluğumuzun parklarında hızla koşturduğundan falan bahsederken, Çağla "Çünkü sorunları avucuna alırsan, küçülür" dedi. Çok sevdim bu cümleyi. Diyeceksiniz ki, keşke her sorun ele alınca Alice Harikalar Diyarında'ymış gibi küçülse, ama biz Ailece Gerçekler Makamı'nda yaşıyoruz. Burada sorunu eline bile alamıyorsun bazen. Ben hep, küçükten başlamak gerektiğine inandım. Koca şeyleri tek başımıza çözemeyiz çünkü. Ev kiralarını bir başımıza indiremeyiz, hastalıkları bir başımıza iyileştiremeyiz, dünyayı ısınarak yaşanmaz hale gelmekten bir başımıza kurtaramayız. Bunlar için avucuna sığan sorunlarına bakıp, küçülünce bir kenara koyan bir sürü birbirimize ihtiyacımız olur. Yine de soruna korka korka da olsa bakmak, bazen yerdeki kocaman bir böceği elimize almak gibi, uzanıp dokunabilmek gerekir. Herkesin,