Kriz Dönemlerinde Siyasi Liderlik

Covid pandemisi başladığında, dünyanın geleceğine yönelik değişim ve dönüşüm tartışmaları epeyce revaçtaydı. Geleceğe yönelik yapılan risk analizlerinde krizlerin derinleşeceği hakim bir söylem haline gelmişti. Dünya eskisi gibi olmayacaktı. Ülkelerin ortaya çıkan krizleri nasıl yöneteceği ile ilgili tartışmalarda, ulusal siyasetlerin dönüşeceği, mevcut normların yeni normallerle yer değiştireceği, tedarik zincirlerine bağlı olarak üretim yerlerinin değişeceği ve arz ve talep dengesizliğinden dolayı tüketim alışkanlıklarının farklılaşacağı varsayımı öne çıkmaktaydı. Ekonomilerin çok uzun sürecek bir kriz sarmalına gireceği yaklaşımı neredeyse üzerinde ittifak edilen konulardan biriydi. Toplumların; tüketim alışkanlıkları, siyasi davranış, siyasetten beklenti, iş yapma modelleri ve kendi kimliklerine yönelik değer algıları değişecek ve toplumsal çözülmeler yoğunlaşacaktı. Ayrıca büyük güç rekabetinin mahiyetinin değişerek çatışmaların farklı alanlara kayacağı ve derinleşeceği gibi argümanlar da öne çıkan kehanetlerdendi. Bu tartışmaların sonucuna bugünden baktığımızda, ileriye yönelik senaryoların sonuçları ortaya çıkmaya başladı. Büyük güç rekabetinin sonuçlarından biri, Ukrayna-Rusya savaşı ile kendini gösterdi. Salgın ve savaşın sonuçları, küresel ekonomik krizi giderek derinleştiriyor. Tedarik zincirlerindeki aksamalar, devletlerin pandemi ile mücadeleye yönelik kurtarma planları ve yardımları, toplumların tüketim alışkanlıklarının değişerek taleplerini bazı alanlara yoğunlaştırmaları tüm dünyada yakın dönemde görülmemiş düzeyde yüksek enflasyonu beraberinde getirdi. Rusya-Ukrayna savaşının enerji ve gıda fiyatlarını yükseltmesi küresel riskleri artırıyor. Dünyanın en büyük üç ekonomisi olan, ABD, Çin ve Euro bölgesi ekonomik resesyonla karşı karşıya. Rusya'nın yıl sonunda Euro bölgesine gaz tedarikini kesme ihtimalinin Avrupa'nın büyümesini durma noktasına getireceğine yönelik tahminler giderek gerçekleşiyor. Pandeminin ilk dönemlerinde, "salgınla mücadeleyi hangi rejim ya da ne tür siyasi liderlikler daha iyi yönetiyor" gibi karşılaştırmalar yapıldı. Krizi hangi ülkenin ve rejim türünün ne tip siyasi liderliklerin daha iyi yönettiği üzerine bir hayli söz söylendi. Bu tartışmalardan ileriye yönelik olarak, güçlü devlet kapasitesini, etkin yönetimi, millileşme hamlelerini ve koruyucu ekonomik sistemi savunan siyasetlere yönelimin artacağı genel bir eğilim olarak öne çıkmıştı. Bu eğilimin öne çıkmasında ABD ve Batı Avrupa'nın salgın sürecinde krize hazırlıksız yakalanmasının payı büyüktü. Özellikle bu ülkelerin karar alma mekanizmalarının hantallığı, başına buyruk yönetimlerin, bürokrasiyi ve özel sektörü harekete geçirerek devlet kapasitesini etkin ve hızlı işletememeleri krizin derinleşmesinde etkili oldu. Ayrıca, bu ülkelerde devlete, kurumlara ve siyasi liderliklere toplumsal güven düşük olduğu için halk hükümetlerin aldığı kararlara yeterince itibar etmedi. Dolayısıyla da var olan devlet gücünü ve kapasitesini zamanında harekete geçirip, doğru kararları almadıkları için krizin bu ülkelere maliyeti ağır oldu. Türkiye, benzer gelişmişlik düzeyine sahip olan ülkelerle karşılaştırıldığında salgın sürecini iyi yöneten ülkelerden biriydi. Devlet kapasitesini artırmaya yönelik atılan adımların -örneğin sağlıkta daha önceden yapılan yatırımlar- ne kadar isabetli olduğu kriz sırasında ortaya çıktı. Kriz çözme beceresinde siyasi liderliğin önemi bariz şekilde görüldü. Siyasi liderin geniş toplumsal desteğe ve güvenilirliğe sahip olması alınan kararların uygulanmasını kolaylaştırdı. Etkin ve hızlı karar almayı kolaylaştıran bir yönetim sisteminin varlığı, hem bürokratik süreçlerin işletilmesinde hem de özel sektörün harekete geçirilmesinde işlevseldi. Ukrayna-Rusya savaşının ardından Avrupa'nın gıda ve enerji başta olmak üzere yaşadığı ekonomik krizde, siyasi liderlikler yeniden sorgulanmaya başladı. Avrupa'da son dönemde uzun süre iktidarda kalmış ve iyi bir liderlik özelliği gösterdiğine yönelik kanaatlerin ağır bastığı Angela Merkel bile Ukrayna-Rusya savaşının ortaya çıkardığı maliyetlerden dolayı günah keçisi ilan edilmiş durumda. Rus gazına bağımlılığa alternatif üretmediği, nükleer enerjiye sırt çevirdiği ve savunma yatırımlarını zamanında yapmadığı için eleştiriliyor. Önümüzdeki kış için soba alımlarının arttığı, gaz yerine odunla ısınmanın tartışıldığı, evlerin ve şirketlerin doğalgaz karnesi ile kışa hazırlandığı, ısıtıcıların ve soğutucuların kaç derecede çalıştırılacağının devlet tarafından belirleneceği duyurulan Almanya'da, Merkel'den sonra başbakan seçilen Olaf Scholz'un her an istifa edebileceği tartışılıyor. Avrupa'da Covid salgınından en çok etkilenen ülkelerden biri olan İtalya'da, krizi yönetemeyen hükümet düşmüş ve yerine Şubat 2021'de Avrupa Merkez Bankası'nın eski başkanı olan Mario Draghi getirilmişti. Kendisinden önceki başbakandan beş gün daha az, bir öncekinden ise yedi ay daha fazla iktidarda kalan ve göreve geldikten sonra bir yıl beş ay iktidarını sürdürebilen Draghi, iki kez istifa ederek ülkesini erken seçime götürdü. Dragi'nin istifasını getiren gelişme ise, Ukrayna savaşı nedeniyle artan enerji fiyatlarının bir kısmını sübvanse etmek için 23 milyar dolarlık yardım paketinin diğer koalisyon ortakları tarafından desteklenmemesiydi. İngiltere Başbakanı Boris Johnson, kabinesinden bakanların kendisine yönelttiği, ülkeyi düzgün, ciddi ve yetkin şekilde yönetmediği suçlamasıyla istifa etmelerinin ardından görevi bırakmak zorunda kaldı. Sürekli pozisyon değiştirdiği ve Covid salgını ve sonrasını yönetmede liderlik gösteremediği, Johnson'a yöneltilen en büyük eleştiriydi. Johnson'ın yerine geçme ihtimali en yüksek adaylardan biri olan Rishi Sunak için ülkenin en önemli gazetesi Financial Times'ta daha şimdiden, "doğru düzgün bir demokraside yaşasaydık, Sunak en iyi ihtimalle ancak bir başbakanlık özel kalem müdürü olabilirdi"