"Hayati Önemi" Hak Eden Seçim

Sadece Türkiye'nin değil, dünyanın en önemli seçimlerinden biri için seçmenler yarın sandığa gidecek. Türkiye'nin aşağı yukarı 150 yıllık seçim tarihi var. 70 yıllık demokrasi tarihimizde seçimlere, hep "kritik" ya da "hayati önemde" betimlemeleriyle gidilmiştir. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılındaki bu seçimler gerçek anlamda "hayati" tanımlamasını hak edecek bir mahiyet arz ediyor. Seçimin sonucunu etkileyecek seçmenler sandık başına giderken, "kim daha iyi yönetir" ve "verdiği sözleri kim gerçekleştirebilir" sorusunu cevaplamış olarak oy tercinde bulunacak. Seçmen karşılaştırma yapacak. Karşılaştırmasını, ittifaklara, adaylara, kampanyalara, vaatlere bakarak yapacak. İttifaklar açısından seçmenin karşısında şöyle bir tablo var: AK Parti 21 yıldır, Cumhur İttifakı ise 2018'den bu yana denenmiş, sınanmış ve öngörülebilir bir avantajla seçmenin karşısına çıkıyor. Cumhur İttifakı'nda kimin yöneteceği aşikar, sürpriz yok. İttifakın büyük ortağı MHP ve onun lideri Devlet Bahçeli'nin geçtiğimiz beş yıl içinde Erdoğan yönetimine desteğinin çerçevesi belli. İttifakta bakanlık pazarlığına girmedi. Devletin üst yönetim kademelerinin paylaşılması gibi taleplerde bulunmadı. İttifak içinde, yönetim süreçlerini zora sokacak, kararların alınmasını geciktirecek ve en nihayetinde kriz çıkaracak bir yerde durmadı. Aksine, her hangi bir konuda "MHP'nin tutumunun kritik olduğu" gündeme geldiğinde, kararını tartışmaları bitirecek bir hızla hemen açıklayarak, Erdoğan yönetiminin adım atmasını kolaylaştırdı. Millet İttifakı, iktidar olması durumunda nasıl ve hangi modelle yöneteceği belirsiz olarak seçime gidiyor. HDP'nin, ittifaka şartlar dayattığı, masanın beş farklı partisinin başkan yardımcılığı ve bakanlık pazarlığı yaptığı, son anda dağılan masanın tekrar toparlanması için iki belediye başkanın apar topar başkan yardımcısı ilan edildiği "ortaya karışık yönetim modeli" seçmene sunuldu. Millet İttifakı seçimden önce simülasyonunu izlediğimiz aslında tam çözüm üretilemeyen, ertelenmiş, üstü örtülmüş, baskılanmış sorunlar ve potansiyel krizlerle seçmenin karşısına çıkıyor. Seçmen adayları karşılaştırdığında, bir tarafta ülkeyi 21 yıldır yönetmiş, kalkınma, hizmet ve yatırım konusunda muhalefetin bile itiraz edemediği bir konuma getirmiş, karşısına çıkarılan her türlü krizi atlatmış, Türkiye'nin uluslararası alanda saygınlığını artırmış ve dünya tarafından küresel liderliği tescillenmiş Erdoğan var. Diğer tarafta, partisinin başına tartışmalı bir süreçle gelmiş, geçmişinde seçmenin önüne koyabileceği bir "başarı hikayesi" olmayan, Erdoğan'a karşı bir çok seçimi kaybetmiş bir Kılıçdaroğlu bulunuyor. Ayrıca, kendi ittifakı içinde adaylığına karşı çıkılmasını, yine kendi seçmen tabanının itirazına rağmen bir oldu bitti üzerinden aday oluşunu ve aylarca "kazanamayacak aday olarak" ilan edilmişliğini de bu hususlara eklemek gerekir. AK Parti Seçmeni Endişelenmekte Haklı Seçmen sandığa giderken tabii ki vaatlere bakacak. Verilen sözlerin sahiciliğini, kimin verdiği sözleri yerine getirebileceğini, liderlerin siyaset tarzları ve çelişkilerini göz önünde bulunduracak. Bunları söylerken, her halükarda partisini ya da liderini destekleyecek seçmen kümelerinin varlığını göz ardı etmiyorum. Ancak, seçimin sonucuna etki edecek seçmenler üzerinden meseleyi anlamlandırmaya çalışıyorum. Muhalefet ittifakı ve partileri, kendi çekirdek seçmenleri ile seçim kazanamayacaklarının farkında olduğu için Cumhur İttifakı ve AK Parti tabanından oy geçişkenliğini sağlamak için farklı taktiklere başvurdular. İktidarın toplumu kutuplaştırdığını, baskı ortamı oluşturduğunu, dışlayıcı söylemlere başvurduğunu merkeze alan siyaseti öne çıkardılar. Kendi geçmişlerinin yükünden kurtulmak için "helalleşme" söylemine, muhafazakar seçmenin mesafesini azaltmak için "endişelenmeyin" çağrısına yöneldiler. Ancak söyledikleri ile yaptıklarını bir türlü örtüştüremediler. Kutuplaşmanın her türlüsüne başvurmak bir yana, sürekli tehdit dilini öne çıkardılar. İktidarın destekçilerini sürekli "yargılamakla", işadamlarının mallarına el koymakla, iktidarı destekleyen sanatçıları "yalaka" olmakla, devlet memurlarını iktidara geldiklerinde işten atmakla ve hükümete yakın gazetecileri susturmakla tehdit ettiler. CHP'li bir gazetecinin ifşa ettiği şekliyle, "sürü halinde cesur bunlar, sürüyü dağıtmak lazım" bakış açısıyla yapıldığı gün yüzüne çıktı bütün bunların. Sırf iktidara ve destekçilerine karşı psikolojik üstünlük sağlamak için, muhtemel destekçileri olarak gördükleri sanatçıları baskı altına alarak kendilerine zorla destek açıklaması yaptırdılar. "Bugün susar ve sessiz kalırsanız bizim iktidarımızda bizden iş alamazsınız" diyerek onlardan siyaset yapmalarını istediler. Muhalefet medyasında, muhalefeti bir kere bile eleştiren gazetecileri bulundukları medyadan ayrılmaya zorladılar. İttifak siyasetinde ve aday belirleme süreçlerinde itiraz eden siyasetçileri baskı altına aldılar. İyi Parti masadan kalktığında, her türlü hakareti yaparak masaya döndürdüler. Muharrem İnce aday olup muhalif siyasi alanda dikkate değer bir oy oranına ulaştığında adaylıktan vazgeçirmek için her yolu mubah gördüler. Her söze başladığında "siyasi etik"ten bahseden Millet