Abdullah Gül-Tayyip Erdoğan meselesi ve Sayın Gül'e bir soru

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Karar gazetesinden Mehmet Ocaktan'a verdiği röportaj medyada çok konuşuluyor. Bu, ağırlıklı olarak Türkiye'nin yaşadığı büyük enflasyon bunalımı üzerine bir söyleşi olmuş. Maaşı ile geçinen geniş emekçi kitleleri her geçen gün daha da yoksullaştıran enflasyon krizi üzerine Sayın Gül'ün söylediklerine tamamen katılıyorum. Bence çok haklı. Hükümet yok yere kendi kendini enflasyon bataklığının içine soktu. Şimdi de oradan çıkamıyor. Bunun üzerine de bir yazı yazmak istiyorum ancak bugün üzerinde duracağım mevzu başka Bundan 2 sene önce Abdullah Gül, çok değerli ve okunması gereken kitaplar üretmeye inatla devam eden kıymetli yazar Taha Akyol'a bir röportaj vermişti. O röportajda söyledikleri üzerine yaptığım tespitleri bugün bir kez daha ifade etmek istiyorum Abdullah Bey, enflasyon meselesinde ne kadar haklıysa kendisinin Tayyip Erdoğan tarafından siyasetten tasfiye edildiği döneme ve yaşadıklarına dair hiç açıklama yapmamakta da o kadar haksız bence. Ben Gül'ün kafasında 6'lı masanın ortak adayı olarak hala kendini tasavvur ettiğini düşünüyorum. Kanaatimce hala bunu istiyor bence. Diğer yandan Abdullah Gül'ün bazı konularda hiç konuşmaması ve özeleştiri yapmamasının özellikle muhalefet tabanında Gül ismine dair soru işaretlerini büyüttüğünü Abdullah Bey'e çok yakın gazeteciler de (mesela Ruşen Çakır ve ekibi) ifade ediyor. Gelin bu Abdullah Gül-Tayyip Erdoğan meselesine dair geçmişten bugüne bir analiz yapalım Bu analizden sonra Sayın Gül'e bir soru soracağım. Abdullah Bey, 27 Ağustos 2014'te yapılan AK Parti kongresiyle yani Ahmet Davutoğlu'nun Genel Başkan ve Başbakan olduğu kongreyle beraber kendisinin haksız şekilde AK Parti'den tasfiye edildiğini düşünüyor. Bu hadiseden de sadece Tayyip Bey'i sorumlu tutmuyor. Aynı zamanda Davutoğlu'na da kırgın ve hatta kızgın. Bizzat siyasete soktuğu eski başdanışmanı Ahmet Davutoğlu'nun 27 Ağustos 2014'te AK Parti Genel Başkanlığı ve Başbakanlık görevini kabul ederek kendisine vefasızlık ettiğini düşünüyor. Abdullah Bey'in perspektifine göre Davutoğlu şöyle demeli ve AK Parti Genel Başkanlığı ile Başbakanlığı reddetmeliydi: "Genel Başkanlık ve Başbakanlık benim hakkım değil. Parti teşkilatlarımızın temayülü yüzde 80 Abdullah Bey'den yana. Benim parti içinde desteğim çok az. AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Sayın Gül olmalı." Ancak bilindiği gibi Davutoğlu böyle yapmadı ve bu nedenle 27 Ağustos 2014'te Gül ve Davutoğlu arasında bir yarılma yaşandı. Bugün DEVA ve GELECEK diye iki ayrı parti olmasının temel sebebi de bence bu. Ahmet Davutoğlu kesinlikle Ali Babacan ile aynı çatı altında tek parti içinde yer almak istiyordu. İki ayrı parti kurulmasını istemiyordu. Ali Babacan'a yakın kimi kaynaklar 2019-20 konjonktürü bağlamında Babacan'ın da "Zinhar Davutoğlu olmasın" demediğini söylüyor ama Abdullah Gül faktörü Babacan ve Davutoğlu'nu iki ayrı partiye itti. Bugün ise özellikle DEVA kadroları kesinlikle Ahmet Davutoğlu ile aynıymış gibi anılmak istemiyor. Nihal Bengisu Karaca da bu konuda DEVA'nın bu tutumunu kibirli bulduğunu anlatan ilginç bir yazı yayınladı Habertürk'te. Öte yandan Abdullah Bey kendi açısından bu çizgisinde tutarlı bence. Gerçekten de 2014 Temmuz-Ağustos itibariyle parti teşkilatları temayülü yüzde 80 Gül'den yanaydı. Şu an Gül karşıtlığı ile bilinen kimi AK Partili siyasetçiler bile "Partinin başına Tayyip Erdoğan'dan sonra Gül gelsin" diyorlardı. Ben buna bizzat şahidim. Abdullah Bey'in de yakın çevresine söylediği gibi Davutoğlu'nun teşkilatlarda karşılığı yok denecek kadar azdı. Peki Recep Tayyip Erdoğan çok az desteği olmasına rağmen kafasına göre mi Davutoğlu'nu Başbakan yaptı Elbette hayır Teşkilatlar değil ama AK Parti entelijensiyası diyebileceğimiz tüm belli başlı köşe yazarları o konjonktürde Gül'den değil Davutoğlu'ndan yanaydı. Tayyip Bey de bunu bilerek siyaseten çok zekice bir hamle yaptı. 2014 Ağustos dönemi hâlâ köşe yazarlarının ve televizyon yorumcularının önemini koruduğu bir dönemdi. Hatta 17-25 Aralık darbe teşebbüsüne karşı mücadele bağlamında köşe yazarlığı ve televizyon yorumculuğu kurumu yeniden güçlenmişti. 2022 konjonktüründe köşe yazarlarının pek önemi yok ama o zaman farklıydı. 2014 Ağustos itibariyle AK Parti'yi destekleyen tanınmış medya aktörlerinin içinde sadece bir isim Abdullah Gül'ün arkasındaydı. O da kendisinin 50 senelik dostu Fehmi Koru'ydu. İkinci bir isim yoktu. Koru hariç AK Parti'yi destekleyen tüm muhafazakar ve liberal aydınlar Davutoğlu'ndan yanaydı. Karar gazetesi yazarları da dahil. Koru'nun dışında sadece Taha Akyol ve bir de Ruşen Çakır o zaman da Abdullah Gül'ü kuvvetle destekliyorlardı. Fakat 2013 Gezi olaylarından itibaren hem Akyol hem de Çakır hükümetin muhalifi pozisyonuna geçmişti. Dolayısıyla artık iki Gülcü yazar da AK Parti cephesinden sayılacak durumda değildi 2014 Ağustos'unda. Bugünlerde çok keskin Davutoğlu düşmanı olanlar dahil bütün aydınlar 2014 Ağustos itibariyle Davutoğlu dönemini coşkuyla alkışlıyorlardı. Ahmet Hoca'nın gazeteciler ve akademisyenler camiasında desteği çok sağlamdı. O yüzden Erdoğan'ın Davutoğlu kararı hiç kimsede "Bu Davutoğlu da nereden çıktı"