Risale-i Nur okulu hayat boyu eğitim vermektedir

Marmara Ünİversİtesİ İlahİyat Fakültesİ emeklİ öğretİm üyesİ Prof. Dr. İlyas Üzüm: "Risale-i Nur ahir zaman insanları için adeta bir program hatta bir müfredat hükmündedir. Kadın ve erkek her insan onun talebesidir. Genç ve yaşlı her kuşaktan insan onun öğrencisidir. - İlkokuldan yüksek öğretime kadar örgün eğitimin her kademesinden insan onun ders halkasına dahildir. Risale-i Nur okulu deyim yerindeyse hayat boyu eğitim vermektedir."Bediüzzaman'ın Bakışıyla Eğitim - 2 DİZİ: MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ m.ozturkozturkcuhotmail.com Eserlerinde, ilim ile imanı imtizaç ettirerek, insanlığa vermek istediği Kur'ânî mesaj, sizce nasıl bir önem arz etmektedir Evet, yukarıda işaret ettiğimiz üzere, Said Nursi'nin yaptığı en önemli tecdid faaliyetlerinden biri "ulûm-ı diniye ile fünûn-ı medeniye"nin müşterek olarak eğitim konusu yapılmasına dair teklifi ve yaklaşımıdır. Onun bu konudaki meşhur sözü şudur: "Vicdanın ziyası ulum-ı diniyedir. Aklın nuru fünun-ı medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinden taassup, ikincisinden hile ve şüphe tevellüt eder". Nursi, bu sözüyle bu iki alanın müşterek olarak okutulmaması halinde doğacak sonuçlara da işaret etmiştir. Ona göre eğer bu iki alan birbirinden ayrılırsa, salt din ilimleri ile meşgul olanlar taassup içinde kalırlar yani inançlarını ve anlayışlarını sağlıklı şekilde temellendirmekten yoksun kalmış olurlar; salt fen ilimleri ile meşgul olanlar ise eğer bunu bir şekilde ikmal etmezlerse dinî inançlarında ve düşüncelerinde şüphe içinde kalmaktan kendilerini kurtaramazlar. Aslında Bediuzzaaman'ın bu teklifi ve yaklaşımı "İslam'ın altın çağı" diye anılan döneminde fiilen gerçekleştirilmiş olan bir uygulamadır. İşaret edilen dönemde ilim kurumları olan medreselerde tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi dinî ilimlerin yanında tıp, hendese (mühendislik), astronomi gibi ilimler birlikte okutulmuştur. Ne var ki XVI. yüzyıldan sonra medreselerde dinî ilimlere ağırlık verilmiş ve fen ilimleri büyük ölçüde ihmale uğramıştır. Batı'da ise özellikle XVII ve XVIII. yüzyıldan sonra bunun tam tersi yapılarak fen bilimlerine büyük ağırlık verilmiş, sonuçta Batı dünyası bu ilimlerin yansıması olarak teknolojide büyük ilerlemeler kaydederken, İslam dünyası yaya kalmış ve ağır bir yenilgiye uğramıştır. İslam dünyasında fen bilimlerinin geri planda kalması sadece teknolojik bir mağlubiyet getirmekle kalmamış, bu bilimlerin verilerinin "vahiysiz" şekilde yorumlanmasıyla ortaya çıkan pozitivist felsefenin etkisinde kalınarak büyük bir imanî zaaf da yaşanmıştır. İşte Bediüzzaman, bu hayatî konu ile ilgili çok genç yaşlarda harekete geçmiş; sadece fikrî olarak bu iki alanın beraberce okutulması gerektiğini vurgulamakla kalmamış; bunu aynı zamanda konunun sosyal boyutlarınıda hesaba katarak "Medresetü'z-zehra" adıyla projelendirip tahakkuku için girişimlerde bulunmuştur. Her ne kadar Bediuzzaman'ın bu projesi örgün bir eğitim kurumu olarak ete kemiğe bürünmemişse de "yaklaşım" ve "anlayış" olarak yüz binlerce insanın zihninde yer etmiş, yaygın bir eğitim alanı olarak "Nur medreselerinde" hayata geçmiş olup canlı olarak devam etmektedir. Din ilimleri de fen bilimleri de Kur'an'ın 'malı'dır Esas itibariyle "ilim" kelimesinin Kur'an-ı Kerim'deki kullanımına baktığımızda çok geniş bir anlam alanının bulunduğunu görürüz. Türevleriyle birlikte 750 ayette geçen bu kelime, sonradan yapılan "ilahî ilimler-beşeri ilimler", "dinî ilimler-fennî ilimler", "aklî ilimler-naklî ilimler" gibi yapılan bütün tasnifleri içine alacak kapsamdadır. Başka bir ifadeyle din ilimleri Kur'an'ın 'malı' olduğu gibi fen bilimleri de Kur'an'ın 'malı'dır. Çünkü Kur'an-ı Kerim, fen bilimlerinin konu edindiği fizikî alemi ilahî kudretin ve iradenin eseri olarak ortaya koyar. Bu bakımdan ayetlerde yaratılışa, bitkiler dünyasına, hayvanlar alemine, dağlara, nehirlere, denizlere, Ay'a, Güneş'e, yıldızlara sık sık göndermelerde bulunarak Yaratıcının ilim, irade, kudret, hikmet gibi özelliklerine delillendirmelerde bulunulur. Yani Kur'an, Said Nursi'nin deyimiyle kâinat kitabını okur. Çünkü her ikisi de Allah'ın kitabı olup Kur'an, büyük kitap olan kâinatın "tercüme-i ezeliyesi"dir. Yine onun ifade ettiği üzere Kur'an Allah'ın 'kelam' sıfatından gelen konuşması, kâinat yani fizikî âlem ise Onun 'kudret' sıfatından gelen konuşmasıdır. O halde din ilimleri bu iki kitaptan Kur'an'a odaklanırken, fen ilimleri kâinata odaklanmaktadır. Doğru anlaşılıp yorumlandığında bu iki ilim türünün ulaştığı sonuçlar asla birbiriyle tenakuz arz etmeyecek, aksine hakikatin ortaya çıkmasına vesile olacaktır. En büyük hakikat olan "tevhid"e kapı aralanıyor Görüldüğü gibi Kur'anî perspektife tamamen uyan bu yaklaşımı Said Nursi daha vurgulu bir şekilde ifade etmiş ve hayata yansıması için de daha yoğun bir çaba harcamıştır. Bu yaklaşımın bugün insanî değerler açısından büyük bir kıymet taşıdığında şüphe yoktur. Zira içinde yaşadığımız dijital çağda insanlar her türlü bilgiye ulaşabiliyorlar ancak bu bilgileri akıl, vicdan, ruh, vahiy, sünnet birlikteliği içinde; insanî ve evrensel düzlemde anlayıp yorumlamada ciddi sıkıntı çekiyorlar. Oysa Risale-i Nur tam da bunun usulünü ve yöntemini gösteriyor. Bu usule ve yönteme uygun olarak elde edilen bilgiler değerlendirildiğinde, en büyük hakikat