Elli beş senelik bir gaye-i hayal: Medresetü'z-Zehra

VAN 100. YIL ÜNİVERSİTESİ VETERİNER FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF.DR. SUPHİ DENİZ: Bediüzzaman'ın "elli beş sene bir gaye-i hayalim ve hayatımın bir neticesi" dediği Medresetü'z-Zehra projesinin maddî vücudu, o hayatta iken gerçekleşmemiş, ancak bu hayalini gerçekleştirmeyi Nur Talebeleri'ne vasiyet etmiştir. Ancak kendisi neşrettiği Risale-i Nur külliyatı ve nur medreseleri ile manen bu gayesine ulaşmıştır.Bediüzzaman'ın Bakışıyla Eğitim - 8 DİZİ: MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ m.ozturkozturkcuhotmail.com Kendinizi kısaca tanıtır mısınız Şanlıurfa 1964 doğumluyum. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi'nde eğitim görüp, ardından Selçuk Üniversitesi'nde doktora yaptım. 30 yılı aşkın süredir Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalışıyorum. Mesleğimin yanı sıra, 40 yıldır Risale-i Nur'u anlamaya ve anlatmaya gayret ediyorum. Bediüzzaman'ı nasıl tanıdınız Eserleri ve değerli şahsiyeti ile birlikte, bir değerlendirmede bulunur musunuz Bediüzzaman Hazretleri ve onun eserleri ile tanışmam, üniversiteye başladığım 1981 yılında oldu. Bediüzzaman Said Nursi, çocukluğundan itibaren araştırmaya ve öğrenmeye meyyal bir fıtrat. O günün şartlarında zor da olsa eğitim imkânlarına ulaşmak için çaba sarf etmiş, kısa süreli de olsa çeşitli medrese hocalarından ders almış ve o günün medreselerinde okutulan kitapları okuyarak oradaki malumatları elde etmiştir. Ama o günkü medrese eğitim sistemini yetersiz görerek yeni arayışlar içerisine girmiştir. Dönemin âlimleri, devlet erkanı ile ilişkiler kurarak hem onlardan istifade etmiş hem de kendi düşüncelerini daha geniş bir alanda seslendirme imkânı bulmuştur. 'Birinci Said' olarak adlandırdığı ve Osmanlı'nın son demlerine tekabül eden dönemde, Osmanlı Devleti'nin kurtuluşuna ilişkin 'meşrutiyet' ve 'hürriyet' kavramlarına vurgu yapmış ve meşrutiyeti "meşrutiyet-i meşrua" unvanı ile desteklemiştir. Yine, Osmanlı'nın ve hususan Şarkî Anadolu coğrafyasının en önemli problemlerinin "cehalet, zaruret ve ihtilaf" olduğunu görerek; bunun çaresinin "sanat, marifet ve ittifak" olduğu teziyle, eğitim konusuna yoğunlaşmış; din ve fen ilimlerinin mezcedilerek okutulacağı "Medresetü'z-Zehra" projesini geliştirmiş ve bu konuyu II. Abdülhamid'in, Sultan Reşat'ın ve I. Meclis'in gündemine taşımıştır. Dinî değerleri hayatın merkezine taşıyarak mücadele etmiştir Zamanımıza damgasını vuran Said Nursî gerek şahsî tutum ve davranışı ve gerekse te'lif ettiği Risale-i Nurlar'la ne yapmak istemiş, neyi gerçekleştirmeye çalışmıştır Siyaset yoluyla yapma gayretinde olduğu imanî ve Kur'anî mücadelesini, bugünkü Risale-i Nur Külliyatını netice verecek imanî eserlerin neşredilmesine hız vermiştir. Said Nursi bu eserleri ile, Kur'an'ı asrın idrakine uygun bir yöntemle tefsir ederek; dönemin toplumu dinden uzaklaştırmalaikleştirme projesine karşılık dinî değerleri hayatın merkezine taşıyarak mücadele etmiştir. Siyasetten ve Siyasal İslamcı akımlardan kendisini ve talebelerini uzak tutarak, kimi dindarların düştüğü tuzaklara düşmemiş ve kanun önünde de suç unsuru teşkil edecek eylemlerde bulunmamıştır. Kendisi ve talebeleri aleyhinde açılan bini aşkın davanın tamamına yakını beraatle, az bir kısmı ise küçük cezalarla sonuçlanmıştır. Özetle; Said Nursi iman hizmetinin merkezine, Kur'an'ın: "Ya Eyyühe'n-Nas!-Ey insanlar!" hitabında olduğu gibi insanı koymuş; eserlerinde, derslerinde evvela nefsine hitap etmiş; insanları da o hakikatlere nefsiyle birlikte davet etmiştir. İnsanların cehennemden kurtulmalarına çalışmak ve onlara saadet-i ebediyeyi temin etmek onun çabasının yegane gayesi olmuştur. Nitekim Emirdağ Lahikası'nda: "Kur'an-ı Hakîm'in sırr-ı hakikatiyle ve i'cazının tılsımıyla, benim ve Risale-i Nur'un programımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gaye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün idam-ı ebedîsinden iman-ı tahkikî ile biçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir." demektedir. Kur'an'ın elmas kılıncı Eserlerinde, ilim ile imanı imtizaç ettirerek, insanlığa vermek istediği Kur'ânî mesaj, sizce nasıl bir önem arz etmektedir Said Nursi, Kur'an'ın asrımıza bakan veçhesini ön plana çıkaran bir tefsir yazmıştır. Bu bağlamda Kur'an'ın sekiz yüz küsur ayetini kısmen veya tamamen tefsir etmiştir. Bu asırda küfrün ve inkârın ilim çevrelerinden gelmesi, Said Nursi'nin bu alana yoğunlaşmasının önemli bir nedenidir. Nitekim, 15. Şua olan El-Hüccetü'z-Zehra risalesinde: "Eski zamanda küfr-ü mutlak ve fenden gelen dalâletler ve küfr-ü inadîden gelen temerrüd, bu zamana nisbeten pek azdı. Onun için, eski İslam muhakkiklerinin dersleri, hüccetleri o zamanlarda tam kâfi olurdu, küfr-ü meşkûku çabuk izale ederlerdi. Allah'a iman umumî olduğundan, Allah'ı tanıttırmakla ve cehennem azabını ihtar etmekle çokları sefahetlerden, dalâletlerden vazgeçebilirlerdi. Şimdi ise; eski zamanda bir memlekette bir kâfir-i mutlak yerine, şimdi bir kasabada yüz tane bulunabilir. Eskide, fen ve ilimle dalâlete girip inat ve temerrüd ile hakaik-i imana karşı çıkana nisbeten şimdi yüz derece ziyade olmuş. Bu mütemerrid inatçılar, firavunluk derecesinde bir gurur ile ve dehşetli dalâletleriyle hakaik-i imaniyeye karşı muaraza ettiklerinden; elbette bunlara karşı, atom bombası gibi, bu dünyada onların temellerini parça parça edecek bir hakikat-i kudsiye lazımdır ki, onların tecavüzatını durdursun ve bir kısmını imana getirsin. İşte, Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükürler olsun ki; bu zamanın tam yarasına bir tiryak olarak Kur'an-ı Mucizü'l-Beyan'ın bir mu'cize-i maneviyesi ve lemaatı bulunan Risale-i Nur, pek çok muvazenelerle, en dehşetli muannid, mütemerridleri, Kur'an'ın elmas kılıncıyla kırıyor. Ve kâinat zerreleri adedince vahdaniyet-i İlâhiye'ye ve imanın hakikatlerine hüccetleri, delilleri gösteriyor ki, yirmi beş seneden beri en şiddetli hücumlara karşı mağlup olmayıp galebe etmiş ve ediyor." demektedir. Yine, Hutbe-i Şamiye adlı eserinde: "Biz Kur'an şakirtleri olan Müslümanlar, bürhana tâbi