Şanghay, Fotoğraflar Savaşı ve Türkiye

Şanghay İşbirliği Örgütü'nün (ŞİÖ) 22. Devlet Başkanları Zirvesi, Özbekistan'ın Semerkant şehrinde yapıldı. Türkiye örgütün Haziran 2012'den beri "diyalog ortağı" konumunda. Böylesine önemli bir zirveye Türkiye, Cumhurbaşkanı düzeyinde ilk defa davet edildi. Örgüt 1996 yılında kurulmuştu. Kurucular o tarihte Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan idi ve örgüt "Şanghay Beşlisi" olarak tanımlanıyordu. 2001 yılında Özbekistan, 2017 yılında ise Pakistan ve Hindistan katıldı ve sayı sekize çıktı. Sayının artmasıyla birlikte ise artık birliktelik ŞİÖ diye anılır oldu. İran'ın örgüte tam üyelik süreci ise devam ediyor. Muhtemelen gelecek yıl içinde çok olağanüstü bir gelişme olmazsa İran da örgütün tam üyesi olacak, böylece sayı dokuza ulaşacak. Türkiye yaşanan kriz zamanlarında ŞİÖ'ye genelde Avrupa Birliği'nin (AB) alternatifi olarak baktı. Mesela 2016 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Türkiye bir defa kendini rahat hissetmeli. Benim için varsa yoksa AB dememeli" diyerek bu yaklaşımı ortaya koymuştu. Ancak ŞİÖ tam anlamıyla AB gibi ekonomik bir yapılanma olmanın ötesinde güvenlik, istihbarat gibi alanları da kapsayan, hatta bunları önceleyen bir örgüt konumunda. Özellikle salgın koşullarında daha çok gündeme gelen "özgürlük mü, güvenlik mi" tartışmalarında, güvenlik öncelikli politikalarıyla tanınan bu ülkeler otoriter bir yönetim modelini tercih ediyorlar. Üyelerin nüfusu üzerinden bakıldığında ise dünya nüfusunun yüzde 40'ını oluşturan bu ülkeler, gözlemciler ve diyalog ortakları da hesaba katıldığında dünyanın yarısını kapsamış oluyor. Ayrıca ŞİÖ üyesi ülkelerin dünya ticaretindeki payı 2000'lerin başında yüzde 6 civarındayken, 2020'de ise yüzde 18'lere yükselmiş durumda. Genç nüfus yoğunluğu ve üretimden kaynaklanan gücü göz önüne alındığında, dünya ekonomisindeki ağırlığın artmaya devam edeceğini söylemek mümkün. Ancak sürdürülebilir mi sorusunun cevabını vermek için bazı başka karinelere de bakmak gerekir. İnsan sadece güvenlik kaygılarının giderilmesi ile yaşamının devamını sağlayan bir varlık değil. Güvenlik ile beraber ruh dünyasının ve duygularının da dikkate alınması gerekiyor. Batı dünyası bireyin hazzını ilahlaştırırken, doğulu ülkelerin fiziki güvenliği öncelemeleri iki ayrı uç örnekler olarak tanımlanabilir. Oysa her ikisi de at başı götürülmelidir. Şurası bir gerçek ki, yeni dünya bu ikisini adalet çerçevesinde inşa edebilenler tarafından kurulacak. pushfn('ads'); Diğer taraftan Cumhurbaşkanı Erdoğan zirvedeki konuşmasında, "Güvenlikten ekonomiye, enerjiden ulaşıma, tarımdan turizme her alanda işbirliğine hazırız" ifadelerini kullandı. Bu açıklama neredeyse bir işbirliğinde bütün alanların kapsama alındığı bir tarif içeriyor. Peki, Türkiye bütün bu alanlarda ŞİÖ'ye açık çek verebilir mi Türkiye'nin elbette hem Doğu hem de bir Batı ülkesi olarak bu ülkelerle çeşitli alanlarda işbirliğine girmesi anlaşılabilir bir politikadır ve gayet doğaldır. Ancak bunun dengesi nerede sağlanabilir sorusunu cevaplayabilmek için bazı istatistiklere bakmak faydalı olacaktır. Mesela; Türkiye dış ticaret açığının yaklaşık yüzde 65-70'ini ithalat yaptığı bu ŞİÖ ülkelerine karşı veriyor. Bunun yanında Türkiye toplam ihracatının yüzde 45'ini ise AB ülkelerine yapıyor. AB'nin ithalat içindeki oranı ihracatından az, yaklaşık yüzde 35 civarında. Yani Türkiye hem siyasi hem de ekonomik ilişkileri ani karar değişikliği için çok müsait durumda değil. İşin bir de ABD boyutu var ki, aslında bunun üzerinde daha fazla değerlendirme yapılması gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan Semerkant'ta ŞİÖ zirvesindeyken, Türkiye-ABD Stratejik Mekanizması üçüncü tur istişareleri Washington'da yapıldı. Dışişleri bakan yardımcıları düzeyinde yapılan bu görüşmenin daha mürekkebi kurumadan ABD, Güney Kıbrıs Rum Kesimi'ne karşı uyguladığı silah ambargosunu kaldırdı. Ayrıca ABD güçleri Türkiye'nin Suriye sınırının hemen yanında PYDYPG ile tatbikat da yaptı. ABD ile ilişkilerde belki de tarihin en sorunlu zamanları yaşanıyor. Amerika Yunanistan üzerinden kuşatma harekâtı yürütürken, Türkiye'nin dikkatli bir şekilde dış politikasını çeşitlendirmesi doğru olur. Ayrıca Türkiye'nin doğal olarak çok önemsediği F-16'ların modernizasyonu ile ilgili süreç henüz netleşmedi. Bu konu muhtemelen ABD tarafından farklı pazarlıklara eklemlenmesi düşünülen bir noktaya