Ulema-i su' kötü âlimler

Ulemâ-İ su' (kötü âlimler), hüküm vermek için meydana gelme ihtimali binde bir olan fer'î (ikincil) meselelere dalarlar. Belki hiçbir zaman vaki olmayacak olan veya hayatta yalnızca tek bir kere meydana gelmesi mümkün olan meseleler üzerinde çalışarak o meselenin mahiyetini çözmek için kendilerini yorarlar. Bu şekilde vazifeleri olmayan ve kendilerini hiçbir bakımdan ilgilendirmeyen meselelerle meşgul olur da onları yakından alakadar eden meselelere kulak asmazlar. Gece gündüz birbiri ardınca kalplerine gelen manalar, vesveseler ve böyle işler içinde bocalayıp dururlar. Bu hâllerinden kurtulmak için hiçbir çıkar yol da aramazlar. Nefsine ait en mühim bir meseleden kaçar, başkasının lüzumsuz meselelerine kafa yorarlar. Bu insanlar, saâdetten ne kadar uzaktır! Bir insanın, kendi şahsına terettüp eden vazifeleri bırakarak başkasının gerçekleşmesi ihtimali olmayan hâliyle meşgul olması, halk nezdinde makbul bir insan kabul edilmek gayretinden başka bir mana taşımaz... pushfn('ads'); Bu acıklı durumdan daha kötüsü, dünyaya bağlı basiretsiz insanların, böyle kimselere fazıl, tahkikçi araştırmacı ve incelikleri bilen âlim lakabını takmalarıdır. Böyle bir kişiye Allah tarafından verilecek en hafif ceza, ilminin, dünyadaki halk tabakası arasında rağbet görmemesidir. Bu rağbeti bulamayışı bir yana, belki de zamanın hadiseleri içinde bulanık bir hâle gelerek kaybolup gidecektir. Kıyamet gününde onlar, âlimlerin kâr ettiklerini ve saâdete erdiklerini gördükleri zaman, müflis durumlarından ötürü büyük bir hasret çekeceklerdir. Bu ne dehşetli bir zarardır Hasan el-Basrî'nin konuşma bakımından peygamberlere, hidâyet bakımından da sahâbîlere benzediğini bütün ulemâ ittifakla söylemektedir. İşte durumu böyle olan bir zâtın konuşmasının çoğu, kalbin hutûrâtı (kalbe doğan şeylerin sebep olduğu gelip geçici duygu ve düşünceler), amellerin fesadı, nefislerin vesvesesi ve nefis şehvetlerinden gelen çözülmesi zor, gizli sıfatları hakkında idi. Bir ara kendisine şöyle denildi: "Ey Ebu Said! Sen o kadar yerinde konuşma yapıyorsun ki, bu konuşmayı senden başka hiç kimseden dinlemiyoruz. Acaba bu konuşmaları nereden öğrendin" pushfn('ads'); Hasan el-Basrî (r.h.), "Huzeyfe b. Yemân (r.a.)'dan öğrendim" dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti: Bir gün Huzeyfe (r.a.)'a şöyle bir soru soruldu: "Seni, hiçbir sahâbenin konuşmadığı şeyleri söyler görüyoruz. Sen bu konuşmaları nereden öğrendin" Huzeyfe (r.a.) şöyle cevap verdi: "Bu konuşmaları Resûlullah (s.a.v.) sadece bana söyledi. Çünkü sahâbe-i kirâm, Allah'ın Resûlü'nden daima hayır ve fazilet hakkında sorarlardı. Ben ise şerden çok korktuğum için Resûlullah (s.a.v.)'e sadece bu konuyu soruyordum. Çünkü biliyordum ki, şerri öğrendiğim zaman hayırla ilgili ilim elimden kurtulamaz. Yani o ilme sahip olacağımı kesinlikle biliyordum." Huzeyfe (r.a.) sözlerine şunları da ilave etti: "Apaçık bildim ki şerri bilmeyen bir kimse asla hayrı bilemez." Başka bir rivâyet de şöyledir: Sahâbe-i kirâm: - Ey Allah'ın Resûlü! Şu şu amelde bulunan kimseler için ne gibi mükâfatlar vardır" diye amellerin fazileti hakkında sualler sorarlardı. Ben ise şöyle sorardım: "Ey Allah'ın Resûlü! Şu şu amelleri ne gibi hareketler ifsat eder" Resûlullah (s.a.v.) , benim bu şekilde sualler sorduğumu gördüğünden, amellerin âfetlerini hususi olarak bana öğretti. Benim en iyi bildiğim ilim de böylece bu ilim oldu." Hz. Huzeyfe (r.a.), amelleri ifsat eden ilmi bildiği gibi, münafıklara ait malumatı da o şekilde hususi olarak biliyordu. Nifak ilmini, sebeplerini ve fitnelerin inceliklerini bilen biricik sahâbî o idi. Hz. Ömer, Hz. Osman ve daha birçok büyük sahâbî, nifak hususunda Hz. Huzeyfe (r.a.)'den faydalanırlardı.