Din sebeplere sarılmaktır

Kadere iman meşru sebeplere sarılmaya mani değildir. Bilakis bu da kaderin bir tecellisidir. Her kim Allah Teâlâ'nın neticeleri sebepsiz takdir ettiğine inanıyorsa kaderin hakikatini anlamamış demektir. Sebepler de neticeler gibi takdir edilmiştir. Resûlüllah (S.A.V.)'in ve ashabı kiramın hayatını incelediğimizde sebeplere yapıştıklarını, gerekli her türlü tedbire başvurduklarını görürüz. Kevnî ve şer'î kanunlar bizi sebeplere sarılmaya zorlamaktadır. Nitekim kaza ve kadere imanda en önde olan Resûlüllah (S.A.V.) de sebeplere yapışıyordu. İhtiyaca çalışmayla, cehalete ilimle, hastalığa ilaçla, küfür ve isyana da cihadla cevap veriyordu. Hüzünden, sıkıntıdan, acizlikten ve tembellikten Allah'a sığınıyordu. Yiyor, içiyor ve uyuyordu. Gökten üzerine rızık yağdırılmasını beklemiyor, ailesi için bir yıllık azığını biriktiriyordu. Kendisine gelip, "Deveyi bağlayayım mı yoksa salıverip tevekkül mü edeyim" diye soran kişiye: "Bağla, sonra tevekkül et" diyordu. pushfn('ads'); Yine "Cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaç" buyurarak tehlikelerden kaçınmanın gerekliliğini vurguluyordu. Onun savaşları sebeplere sarılmanın en yüksek örnekleri ile doludur. O, savaşa çıkmadan önce gerekli bütün tedbirleri almış ve zaferi kazanacak ordular hazırlamıştır. Kendisi yola çıkmadan önce keşif amaçlı gözcüler ve casuslar göndermiştir. Savaş meydanına çıkarken üzerine üst üste iki zırh birden giymiş, başına da miğfer geçirmiştir. Uhud'da düşman süvarilerinin hücum edebileceği geçidin ağzına okçuları yerleştirmiş, Hendek Gazvesi öncesi Medine'nin etrafına hendek kazdırmıştır. Mekke'de zulüm gören Müslümanların önce Habeşistan'a, sonra Medine'ye hicret edilmesine izin vermiş, daha sonra kendisi de Medine'ye hicret etmiştir. Hicret esnasında gerekli bütün tedbirleri almıştır. Hicret esnasında binecekleri develeri hazırlamış, kendisini patika yollardan götürecek bir rehberle anlaşmış ve sair yol hazırlıklarını yapmıştır. Düşman kuşatması gevşeyene kadar bir müddet mağarada saklanmıştır. pushfn('ads'); Ashab-ı kiram da bu meseleyi en iyi şekilde idrak etmiş ve kadere imanın sebeplere yapışmayı terk etmek demek olmadığını anlamıştı. Bu sebeple Ömer (R.A.), Ebu Ubeyde (R.A.)'ın kaderi sebeplere yapışmayı terk etmek olarak anlamasını kabul etmemiştir. Nitekim meşhur Amvas vebası esnasında bu hadise vuku bulmuştu. Ömer (R.A.) Şam'da veba olduğunu öğrenince oraya girmeyip Medine'ye geri dönmeye niyet ettiğinde Ebu Ubeyde b. Cerrah (R.A.) ona, "Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun" demişti. Onun bu itirazına Hz. Ömer şaşırmış ve "Keşke bu sözü senden başkası söyleseydi ey Ebu Ubeyde! Evet, Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz" demiştir. Şam'a girmek ölüme sebep olabilirdi. Geri dönüş ise vebadan kaçış için sebebe sarılmaktı. İşte bu sebeple Hz. Ömer (R.A.), Ebu Ubeyde'ye karşı çıktı ve ona, 'Keşke bu sözü senden başkası söyleseydi ey Ebu Ubeyde!" dedi. Bu sözle yetinmedi ve görüşünü açıkladı. Şam'a girerse Allah'ın kaderiyle gireceğini, Medine'ye dönerse yine Allah'ın kaderiyle döneceğini bildirdi. Yani; bunun Allah'ın ilmiyle olacağını söyledi. Bu, bir şeyi yapıp yapmamanın kader ile irtibatlı kılınmasının