Hamasi davalar-Yalın gerçekler

"Muammer" rumuzlu bir Karar okuru, Akif Beki'nin 31 Ağustos 2023'teki yazısına bir yorum yazmıştı. Yorum bana hem çok içten ve sıcak hem de çok gerçekçi geldi. "Muammer", ülkemizin din ağırlıklı hamasi atmosferiyle üstü örtülen gerçekleri sade bir dille şöyle ifade ediyordu:

"Ben BİREY olarak şuna bakarım: Benim ve ailemin ve en yakın çevremden en uzağa hayatımız güven içinde mi Refah içinde mi (Geleceğe dair) beklentiler olumlu mu Gelecek ile ilgili umudum, heyecanım var mı Yoksa, bana ne, birilerinin dava kılıflı siyasi ikbal peşindeki mücadelesinden! Beni kimin yönettiği değil, nasıl yönettiği önemli."

Her birimiz şimdiye kadar, din-iman, vatan-millet edebiyatı yapacağımıza, birer "BİREY olarak" Muammer'in istediklerini isteseydik, bu sesi bir kültür haline getirseydik, dinimiz-imanımız da, vatanımız-milletimiz de daha güçlü ve itibarlı olurdu. Üstelik bugün yaşadığımız, çoğunda dünyada ilk sıralarda olduğumuz ekonomik, siyasi, hukuki sorunları da bu kadar yıkıcı yaşamazdık. Hatta onların kaçılmaz sonuçları olan toplumsal, ahlâkî ve dinî sorunları da böylesine derinden yaşamazdık. Bunu İmam Mâverdî ta bin sene önce söylemişti. Şöyle diyor:

"Ülke şartlarının bozuk olmasından daha zararlı bir şey olmadığı gibi, ülke şartlarının iyi ve düzgün olmasından daha yararlı bir şey de yoktur" (Din ve Dünya Hayatı İçin Ahlâk Yasaları, çev. M. Çağrıcı Ankara 2021, s. 204). "Nasıl ki, bolluk anlattığım toplumsal iyileşme ve huzur sebeplerini doğurursa, darlık ve kıtlık da bunun tersi olan toplumsal bozulma ve kargaşa sebeplerini üretir. Bolluğun iyilik ve faydaları genel olduğu gibi darlığın kötülük ve zararları da geneldir. Bir şey mevcut olduğunda fayda genele yayılıyorsa, o şey ortadan kalktığında zarar da genele yayılır. Şu halde bolluğun, dünya huzurunun şartlarından ve her şeyin düzgün gitmesinin sebeplerinden biri olarak görülmesi gayet uygun olur" (s. 221).

Fakat bilhassa son yıllarda konjonktürün ürettiği fırsatları tepe tepe kullanan, dindarlığı kendinden menkul kişiler ve çevreler, mesela "asıl meselemiz din-iman, vatan-millet davası iken soğan patates hesabı yapanlar" edebiyatıyla fakir-fukarayı, onların hissiyatını yazanları aşağılıyorlar ve bunu din ve dolayısıyla kutsal adına yaptıkları için "Bir de şuradan bakalım" diyenlere yönelik olarak yukarıdan-aşağıdan yüz bulup veya destek alıp korkunç bir sindirme operasyonu uyguluyorlar.

Müslüman dünyanın son bir asır içinde yetiştirdiği nadir mütefekkirlerden, Bosna-Hersek'in kahraman devlet adamı Aliya İzzetbegoviç 1997'de Tahran'da düzenlenen İslam Konferansı Örgütü toplantısında bir konuşma yapmıştı. Hem bilgece hem de gerçekler ve derslerle dolu bu konuşmanın bir bölümünü geçtiğimiz Perşembe günkü Karar'daki köşesinde Mehmet Ocaktan Bey aktardı.

İzzetbegoviç o konuşmasında, lafa gelince dini-imanı, vatanı milleti yere yurda sığdıramayan bizim gibi toplumlar ile Batı toplumları ve devletleri arasında ahlak ve gerçeklik kalibresi yüksek bir karşılaştırma yapmıştı. Bu konuşmanın aslında bütün Müslüman toplumları sarsması gerekirdi. Fakat başta o toplantıya katılan devlet yetkilileri olmak zere- Müslüman dünyanın üzerine sanki ölü toprağı serpilmişi. Kur'an'da buyrulduğu gibi: "Ölülere sesini duyuramazsın ki!"