Ahlak-sız dindarlığın derin sebepleri

İslâmî ilimlerin teşekkül etmeye başladığı hicrî 2. yüzyıl sonlarından itibaren ulema ilimler arasında 'ahlak'a da yer veriyordu. Başlangıçta âlimler, daha çok hadislerden oluşan müstakil ahlak kitapları yazdıkları gibi, oluşturdukları geniş hadis mecmualarında da "Kitâbu husni'l-hulk", "Kitâbu'l-edeb", Kitâbu'l-birr" gibi başlıklar altında ahlaka dair çok sayıdaki rivayetleri topluyorlardı.Grek felsefî kültüründen Arapçaya yapılan ahlak çevirilerinin etkiyle Müslüman düşünürler de felsefî mahiyette ahlak kitapları yazdılar. Bu literatürden de yararlanan Mâverdî, İbn Hazm, Râgıb el-Isfahânî, Gazâlî gibi 11-12. yüzyılın ünlü âlimleri, ahlak-erdem ilişkisi, "fezâil-i Erbaa" (dört aslî erdem), "altın orta", ahlak pedagojisi gibi bazı temel felsefî unsurları korumak ve bunları İslâmî kaynaklarla uyuşturmak suretiyle teorik ahlakı İslâmî bir form içinde sundular. Bu sayede Nasîruddîn et-Tûsî, Celaleddin ed-Devvânî, Adududdîn el-Îcî gibi âlimlerin eserleriyle geleneksel "erdem ahlakı" karakterini koruyan bir ahlak ilmi oluştu. Nitekim 17.yy Osmanlı âlimi Katip Çelebi ünlü Keşfu'z-Zunûn'da "ahlak ilmi"ni "insanî erdemler bilgisi" şeklinde tanımlar.Fakat devam eden süreçte bu dinamik ahlâkî çizgi entelektüel, pedagojik ve pratik zeminlerde yaşatılamadı. Kanaatimce bunun asıl sebeplerinden biri, ilk başta böyle bir ayırım yokken, fıkıh ilminin teşekkül sürecinde katı bir farz-fazilet yahut vacip-mendup ayırımı yapılarak farzların vaciplerin