Türkiye'nin Ukrayna Sınavı

Türkiye'nin Ukrayna krizine yönelik tutumunu anlamlandırmak için içeride ve dışarıda yoğun bir çaba olduğu gözlemleniyor. İçerideki tartışmalar Türkiye'nin kriz karşısındaki aktif tutumunu tarihsel analojilerle açıklamaya çalışırken, dışarıdakiler ise Türk-Rus ilişkilerini merkeze alan dar bir çerçeveyle meseleye yaklaşıyorlar. Genel olarak bakıldığında; Türkiye'nin tutumunu Rusya ile Ukrayna arasında "dengeleyeci" bir eylem biçimi olarak ele alanlarla "dengeli" bir politika şeklinde ele alanların ağırlıkta olduğu görülüyor. Meseleyi Türkiye'nin İkinci Dünya Savaş'ında "savaştan kaçınma" stratejisi bağlamında yürüttüğü denge oyunu ile açıklayarak "aktif tarafsızlık" ile beraber açıklayanlar da bulunuyor. Aslında kavramsal olarak Türkiye'nin ne yaptığının bir önemi yok. Önemli olan Türkiye'nin Ukrayna krizi ölçeğinde bir krize yönelik, öncesinde sahip olduğu çerçeve ile kriz sonrasında kendisini yeniden konumlandıracak stratejik bir çerçeveye sahip olup olmadığıdır. Zira Ukrayna krizi Türkiye'nin dış ve güvenlik siyaseti açısından ölçek olarak Suriye, Libya, Doğu Akdeniz, Karabağ, Irak, Afganistan ve Katar çatışmaları veya krizlerinden çok farklıdır. Çatışmanın karakteri, çatışmaya dahil olan aktörlerin sayısı ve niteliği ve krizin derinleşme ve yayılma potansiyeli Türkiye'nin Soğuk Savaş sonrasında karşılaştığı en kapsamlı ve çok katmanlı süreçlerden biridir. Ankara'nın da meseleye yaklaşırken bu temel perspektiften hareket ettiğini varsaymak mümkün. Bu temel stratejik çerçeveye ilavaten Ankara'nın çok makul gerekçelerle krize yaklaştığını ve bu anlamda rasyonel bir politika izlediğini söylemek de mümkündür. Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik saldırısı, Soğuk Savaş sonrası sistemik ölçekli revizyonizm girişimlerinden biri olarak tanımlanabilir. Ukrayna'nın hedef alınması, Rusya'nın Soğuk Savaş sonrası oluşan ve Sovyetlerin etkisinin son bulmasıyla sonuçlanan jeopolitik parçalanmanın yeniden Rusya ekseninde bir araya getirilmesinden ve Batı-NATO'nun etkisinin minimize edilmesinden ibaret stratejik bir yaklaşımdır. Bu stratejik vizyonun Türkiye'yi ilgilendiren en önemli kısmı ise Türkiye'nin söz konusu jeopolitik parçalanmayla beraber Rusya'nın Karadeniz ölçekli jeopolitik bütünlüğünün bozulmuş olmasıdır. Nihayetinde bu bozulma Rusya'nın Türkiye üzerinde oluşturabileceği kıta ölçekli Rus jeopolitik baskısını da azaltmıştır. Bu zaviyeden meseleye bakıldığında, Türkiye jeo-stratejik olarak Ukrayna'nın yanında yer almıştır. Örneğin, Türkiye'nin Kırım'ın ilhakına yönelik tavrı salt etno-kültürel bir bağlantı ile anlaşılamaz. Kırım'ın Karadeniz jeopolitik bütünlüğünde Rusya'ya sağladığı avantaj, Rus deniz gücünü projekte edebilecek bir derinlik kazandırması ve Ukrayna'nın Azak denizinden de sökülmesiyle birlikte Karadeniz ölçekli bir oyuncu olmaktan çıkarılarak Karadeniz'in kuzeyinin Rusya'ya geniş bir alan sağlıyor olmasıdır. Rusya'ya yönelik Batı'dan kendini farklılaştıran pozisyonu ise bölgesel ölçekli gelişmelerin neden olduğu yeni jeopolitik ortamda Rusya'nın Türkiye için asli oyunculardan biri haline gelmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Yani Suriye başta olmak üzere; ki Türkiye için birincil güvenlik önceliklerinden biri haline gelmiştir; Libya, enerji, ekonomi ve daha geniş ölçekli stratejik işbirlikleri Ankara'nın dengeleyici değil ancak dengeli bir yol haritası oluşturmasını gerekli kılmaktadır. Yukarıda bahsedilen stratejik rasyonelitenin arkasında yatan bir diğer husus da başta ABD olmak üzere Batı'nın, Rusya ile angajman siyasetini sona erdirecek ölçüde cezalandırıcı bir yaptırım pratiği ile savaşın sona ermesini sağlamak yerine devamını sağlayacak bir tutum içine girmiş olmasının Türkiye'de uyandırdığı şüphedir. Özellikle ABD başkanı Biden'ın Putin'i hedef alarak bir tür rejim değişikliği söylemini kontrolsüz bir şekilde devreye sokması bu şüpheyi daha da derinleştirmiştir. Buradaki hassa nokta ise Türkiye için Rusya'nın bu süreçten hangi kayıp ve kazançla çıkacağı meselesidir. Jeopolitik ağırlığını kaybetmiş, askeri olarak Ukrayna ordusunu yense de Ukrayna'da istediğini alamayan, ekonomik savaşı ise tümüyle kaybeden zayıf bir Rusya'nın Türkiye'nin öncelikleri arasında olup olmadığı şüphelidir. Hatta böylesi bir sonucun arzu edilmediği de açıktır. Putin'e yönelik "onurlu çıkış" çağrısının da Ankara'da yüksek sesle dile getirilmesi bu bakımdan şaşırtıcı değildir. Öte yandan Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü parçalayarak Karadeniz'de mevcut statükoyu tersine çeviren stratejik bir zafer elde etmiş bir Rusya'nın da Türkiye için arzu edilen bir sonuç doğurmayacağı açıktır. Böylesi bir durumda hem Ukrayna gibi stratejik bir ortağın kaybedilmesi hem de Rusya'nın kendine göre jeopolitik bütünlüğünü yeniden sağlayarak yeni bir revizyonizme girişme ihtimali olasıdır. Söz konusu nedenler Türkiye'nin Ukrayna krizine yönelik tutumunu derinden etkilediği gibi ihtiyatlı bir tutum takınmasını da beraberinde getirmektedir. Bu ihtiyatlı tutumun hedefi savaşın sona erdirilmesi ve kalıcı bir barışın-uzlaşının sağlanmasıdır. Peki kalıcı bir uzlaşı ya da barış mümkün müdür Hiçbir barışın mükemmel olmadığı tarihten bilinmektedir. Ancak sürdürülebilir bir istikrar için göreceli de olsa bir uzlaşı ortaya koymak mümkündür. Bu noktada belki de Türkiye için en kritik olan husus böylesi bir uzlaşıya zemin oluşturarak kolaylaştırıcı