Fıtrat değişir sanma!

16 Mart 1989 günüydü.. Fatih'te bir "korsan" gösteri var dediler.. O zamanlar öyleydi, birileri gazeteye gelir, bir muhabirle görüşmek ister, "Hemen makineni al beni takip et" der, doğruca "Korsan" tabir edilen, izinsiz ve küçük gruplarla yapılan gösterinin adresine götürürdü.. Gerekçe, 16 Mart 1978'de İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önündeki bombalı saldırıda ölen 8 öğrenciyi anmak, olayı protesto etmekti. Fatih'te ana caddeye bir anda birkaç genç fırladı.. Yola talaş ve benzin döküldü.. Ardından yolun diğer bölümlerine de molotofkokteylleri atıldı. Trafik kesildi, pankartlar açıldı, asıldı, sloganlar atıldı.. Çok merkezî bir yer olduğu için, 10 dakika içinde polisler geldi.. Zaten birçok gösterinin, en azından bölgesi itibarıyla istihbaratını da alırdı emniyet.. Polisler göstericilere müdahale etmeye, direnenleri coplamaya, kaçanları kovalamaya başladı.. Olayla ilgili ilgisiz herkes kaçıyordu.. O anlarda hareket etmenin tehlikeli olduğunu sonradan öğrendim.. Hareket eden her şey hedef oluyordu.. Olayla ilginiz var ya da yok, hareket ediyorsanız, kaçıyorsunuz demektir.. Derme çatma bir makinem vardı.. Bir arkadaşımdan ödünç almıştım.. Gazeteciliğe, arkadaşımın ödünç makinesiyle başladım çünkü.. Nedeni gayet açık, alacak param yoktu.. Uzatmayayım, elimde fotoğraf makinem, koşarken buldum kendimi.. Meslekteki ilk günümde, bende de oradaki herhangi bir vatandaş psikolojisi hâkimdi.. Olayın üzerine gidip, fotoğraf çekmem gerekirken, baktım ki, öğrenciyim ya, ben de kaçıyorum.. Bir anda kendime geldim.. "Murat, sen gazeteci olarak buradasın" dedi içimdeki ses.. Durdum.. Arkamızdan koşan polisler yanıma geldiklerinde, elimdeki fotoğraf makinesini görüp, "Sen şöyle kenara geç, ezilirsin" dediler.. O an daha da net anladım, yaptığım şeyin ne kadar komik olduğunu.. O ilk anın, o ilk telaşın üzerinden tam 33 yıl geçmiş.. Mustafa Kemal'in askeri babam da öldüğünde 33 yaşındaydı.. Yani mesleğim, artık, babamın öldüğü yaşta.. Bu 33 yıl, Türkiye'nin en hareketli, en karmaşık, gazetecilik açısından da en zengin yılları.. Binlerce haber yaptım, yayın yaptım.. Hafızalarınızda hâlâ tazeliğini koruyan deve dişi gibi işlerin, en yakın tanıklarındanım.. Sizlerin bazen çok büyük zannettiğiniz olayların, aslında ne kadar küçük, Çok sıradan bellediğiniz olayların, aslında ne kadar büyük olduğunun tanıklarındanım.. Evet, haber yaptım, yayın yaptım, yazılar yazdım.. Ama yazdıklarımız, yazamadıklarımızın yanında devede kulak.. Bu bir şeyleri sakladığım için değil, Zamanın ruhu mu dersiniz, namusunuza emanet edilmiş bilgiler mi dersiniz, çalıştığınız gazetenin televizyonunun patronajının dengeleri mi dersiniz, ne derseniz deyin, Türkiye'deki her bir gazetecinin, aslında "Yazamadıkları" çok daha büyük haberdir.. Mesleğin kaderi böyle.. Durup dururken, bir Pazar günü neden bunları yazdığıma gelince; Bu 33 yıl boyunca başıma ne geldiyse, dilimden geldi, kalemimden geldi.. Allah'a şükür ki, bu yüzden geldi.. Vicdan, hak, hakikat.. Kim yükledi, ne zaman, nerede yükledi bilmiyorum ama, fıtratıma işlemiş, bir türlü gitmiyor.. Bizdeki moda deyimle genetik kod, Azerbaycanlıların deyimiyle kan hafızasında, "Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır" şiarı var.. Hayat, zamanla kimi anlarda sabretmeyi öğretiyor.. Ama o fıtrat, eninde sonunda meydana çıkıp, gereğini yaptırıyor.. Belki