Ayasofya bile ibadete açıldı ama hâlâ "dinî musiki" diyemiyor, 70'lerde uydurulan "tasavvuf müziği" sözünün arkasına saklanıyoruz!

Ramazandayız ya, ekranların iki değişmez programı var: İlgi çekebilmek için nerede ise yeni bir din uyduracak kadar uçup gitmiş bazı ilâhiyatçıların arz-ı endâm ettikleri şovlar ve "Tasavvuf müziği" denen ama aslında bu isimle hiç vârolmamış, bugün de vârolmayan bir musiki... Her sene bir ay boyunca mâruz kalınan bu "nev-zuhûr", yani yeni moda resmigeçidi daha önce de yazmıştım, aynı sahneler âdet hâline gelip bu sene de yaşandığı için tekrar yazıyorum... Ekranların kadrolu ulemâsı hakkında pek birşey demeyeceğim, zaten bu konuda en doğru sözü Cübbeli Ahmet Hoca etti ve kanal kanal dolaşıp dinî bahislerde alışılmadık iddialarda bulunan bu zevâttan bazılarının mevzuyu ne kadar abartırlarsa o kadar fazla prim yaptıklarını söyledi ve "Adam uçuk kaçık konuşursa, 'Adem aleyhisselâmın babası var' dese daha çok izleniyor" dedi. O cenahta işler böyle gidiyor, diğer tarafta da "Tasavvuf müziği" diye bir tuhaflık var... Kısaca söyleyeyim: Bizde "Tasavvuf müziği" yahut "Tasavvuf musikisi" diye bir müzik çeşidi yoktur, o müziğe "dinî musiki" denir! Geçmiş senelerde "devletin ve rejimin zarar görebileceği" endişesi ile "dinî musiki" ibâresinin kullanılmasından çekinilirdi, bu paranoya yüzünden "Tasavvuf müziği" diye bir kavram uydurulmuştu ve saçmalık bugün de devam edip gidiyor... BİR MUSİKİ PARANOYASI... Şimdi, "Tasavvuf müziği" sözünün nasıl uydurulduğunu anlatayım: TRT'de, 1970'lerin sonuna doğru devletin o zamana kadar uzak durup yok saydığı bir musikinin, dinî musikinin radyolarda ve televizyonda icra edilmesi ama bu icraatın gayet kontrollü bir şekilde yapılması düşünüldü. O seneler, TRT'de hemen her yayının sorgusuz-sualsiz sansür edilebildiği dönemdi. Filmler şakır şakır sansür edilir, yayınlar geceleri yukarıdan gelen bir telefonla cart diye yarıda kesilebilir, sözleri netâmeli bulunan şarkılar ânında yasaklanır, hattâ repertuvardan bile çıkartılırdı. Meselâ, 20. asır Türk Müziği'nin en önemli bestekârlarından olan Refik Fersan'ın "Gökte benim yıldızımsın Gecem değil gündüzümsün" sözleri ile başlayan Mahur makamındaki meşhur şarkısının yayınına "Kızıl yıldızı hatırlatabileceği" gerekçesi ile bir müddet izin verilmemiş, Mesud Cemil'in güftesini Nazım Hikmet'in yazdığı iki film şarkısına da seneler süren bir yasak getirilmişti. Hattâ, "Türk Müziği" ifadesi bile "Devrimlere aykırı ve ilkel" bir musikiye ait olduğu için kullanılmamış; "Türk Müziği Şube Müdürlüğü"nün ismi "Modal ve Teksesli Müzikler Şube Müdürlüğü"