Fatih'e "Sezai Karakoç Çeşmesi"

Yeni yılda, İsmet Berkan'ın KARAR Gazetesi'nde çıkan "Dünya dönüyor sen ne dersen de" başlıklı yazısını okuyarak başladım güne. İrkildim, ürktüm, nutkum tutuldu. Fizikten, matematikten anlamam. Ama basitleştirilmiş fizik ve matematik de pek eğlencelidir, bunu bilirim. Binlerce sayfanın anlattığı şeyi birkaç sayı hap yapıp yutturur sana. Kainat denilen büyülü boşlukta muazzam bir yolun yolcuları olduğumuz malum... "Büyük yolculukta", bize "dur yolcu, nereye" diye sual eden erenlerin sualine verdiğimiz tek bir cevap yoktur. Her inancın, her felsefi akımın farklı bir cevabı var buna dair ve bu arayış hâlâ sürüyor. Düşünen, fikri olan her insan bu "büyük yolculuğa" kendince bir mana bulmaya çalışıyor. Berkan'ın yazısından öğrendiğime göre meğer bu "büyük yolculukta", bizi içine almış olan dünya denilen "uzay aracının" pek acelesi var. Saatte 107 bin kilometre hızla -ki insan henüz bu hıza ulaşmış bir araç keşfetmiş değil-güneşin etrafında dönüyor. Ve bu hızla bir yılda tam tamına 940 milyon kilometre yol kat ediyor dünyamız. Dünyamıza hayat veren, ona ışık ve ısı saçan güneş de sabit değil, onun da acelesi var. Güneş de Samanyolu galaksisinin etrafında dönüyor. Hem de saatte 792 bin kilometre hızla. Bu samanyolu galaksisinin büyüklüğü dehşet verici Öyle büyük ki bu galaksi, güneş bizim de içinde bulunduğumuz bu galaksinin etrafında bir turunu ancak 250 milyon dünya yılında tamamlıyor Berkan şunları yazıyor: "Yani dünya yılımız bizim 365 gün ama güneşimizin bir yılı 250 milyon yıl. Bir hesaba göre, güneşimiz galaksinin etrafındaki 19. turunda şu an. Benzetmeye devam edecek olursak, güneşimizin takviminde henüz 19 yıldayız." (Vah biz zavallı insanlar, bula bula tarihimizi Girê Miraza (Göbekli Tepe)'de bulunan taşların tarihine kadar uzatabiliyoruz.) Bitmedi. Bizim de mini minnacık bir zerre kadar içinde yer aldığımız Samanyolu galaksisi saatte 2 milyon 268 bin kilometre hızla ilerliyor. Galaksimiz, bir dünya yılında yaklaşık 20 milyar kilometre yol kat ediyor. Peki nereye gidiyor galaksimiz Andromeda galaksisine doğru tabi Andromeda galaksisi de boş durmuyor, o da (kendisine doğru gelmekte olan "yabancı bir cismi" karşılamak için mi bilinmez) bize doğru benzer bir hızla geliyor. Bir hesaba göre milyarlarca yıl sonra iki galaksi kafa kafaya girecek, tek bir galaksiye dönüşecek. O sırada ne mi olacak Ne bileyim ben, ne bilsin İsmet "Haza yewmil qiyamet." İsmet Berkan başka dehşetengiz şeyler de anlatıyor, en iyisi yazıyı bulun, okuyun İsmet'in yazısını bitirdim; bu çorak iklimde bir avuç kalmış sahici ve hakiki entelektüellerden birisi olan Süleyman Seyfi Öğün'ün, Yeni Şafak'ta çıkmış "2022'ye girerken" başlıklı yazısını okudum aynı gün. Yeni yılda her şeyin sıfırlanacağı, tekmil dertlerimizin biteceğine dair "modern saflığımızdan" kaynaklanan beklentilerimizden bahsediyor Hoca yazısında, her yılbaşında o çocuksu geriye saymalardan falan Oysa, "tarih denilen tamahkar tüccarın" kafası böyle çalışmıyor ona göre ve Marks'ın "İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar; lâkin devraldıkları şartlarda Geçmiş tekmil ağırlığıyla zihinlere çöker" sözünü yardımına çağırıyor. Hocaya göre tarihi eski ve yeni diye ayırmak doğru değil. Zira zaman boyutunda ne kadar geriye giderseniz gidin hep eski biçimlerden değişmiş yeni biçimlerle karşılaşırsınız. Mühim olan birikimdir. Yarın kimsenin değildir ve hiçbir zaman hiçbir şey "çok daha güzel" olmayacaktır. Yani Kılıçdaroğlu'nun deyimiyle gelmiyor "gelmekte olan". (Hoca'nın kelimeleri değil bunlar, ben anladığımı söylüyorum.) Karamsarlık aşılamıyor tabi ki Hoca ama "heyecana da gerek yok" diyor. Süleyman Seyfi Hoca böyle diyor da Hürriyet Gazetesi'nin pandemiden sonra "ser muharrirlik" unvanını verdiği "fit" yazarı Osman Müftüoğlu ne diyor peki Ne diyecek, Hürriyet Gazetesinin yeni yılın ilk gününde manşetine yerleştirdiği coşku dolu, ardı ardına sıraladığı yirmi tavsiyesini harfiyen yerine getirdiğimiz taktirde "harika bir yıl geçireceğimiz" garantisini veriyordu bize. Birbirinden kıymetli tavsiyeleri içinde en dikkatimi çeken, yeni yılda "Suyu lıkır lıkır değil, yudum yudum için," tavsiyesi oldu. Nedense su bahsi açılınca Enis Batur'un vaktiyle yazdığı "Sezai Karakoç Çeşmesi" başlıklı yazısı geldi aklıma. Belki de bu aralar Sezai Bey'i sık sık hatırlamam, geçen Pazar günü yayınlanan yazımda, Mithat Cemal Kuntay'ın Akif için söylediği "Yalan söylemeden hayatını baştan başa anlatabilir" sözüne atıf yaptıktan sonra "Var mı bu memlekette böyle insanlar" sorusunu sorarken cümlenin başına "Sezai Karakoç da vefat ettiğine göre" kaydını düşmemiş olmamadan dolayı hissettiğim pişmanlıktandır. Yazı yayınlandıktan sonra, bu kaydı düşmediğim için sanki Sezai Bey'e haksızlık etmişim gibi geldi bana, şimdi düzeltiyorum. Yeni yılda; Enis Batur'un önerisinden yola çıkarak, büyük şairin hayatının önemli bir bölümünü geçirip son nefesini verdiği İstanbul'un Fatih semtinde bir "Sezai Karakoç Çeşmesi" yapılsa ne iyi olur. Böyle bir çeşme olsa da başında dursak, artık lıkır lıkır mı, yudum yudum mu suyundan içmek bize kalsa, bunu Osman Müftüoğlu bize söylemese ne güzel olur. Şimdi gelelim Enis Batur'un yazsına. Enis Batur; Sel Yayıncılık'tan çıkan "Yazının Sınır Boyuna Yolculuklar - Edebiyat Üzerine Denemeler II" kitabında da yer alan yazısına Katip Çelebi'nin aktardığı "Sinnimar Cezacı" hikayesini anlatmaya başlayarak giriyor. Hikaye şöyle: Kadim çağ imparatorlarından biri, dönemin ünlü mimarı Sinnimar'a, Fırat kıyısında eşi benzeri olmayan bir saray yaptırtır; yapının inşası tamamlandığında, en üstteki taraçaya çıkan imparatorun yanına yaklaşır Sinnimar ve ona sarayın bir noktasındaki bir taşın yerinden çekilmesi durumunda bütün her şeyin o anda çökeceğini söyledikten sonra ekler: "Ama merak etmeyin haşmetlim, söz konusu taşın hangisi olduğunu benden başka bilen yoktur". İmparator, bunun üzerine, hemen kellesini uçurtur mimarın. Bu hikayeyi anlattıktan sonra Batur yazısında büyük şairlerin "yapı taşı", yani onu çıkardığınızda bütün sanatını çökertecek olan tek bir şiirlerinin olmadığını